27 Kasım 2010 Cumartesi

Caner Eler

Eleştirmeyi, takdir etmekten daha kolay becerebilen bir toplumuz. Herkesin hatalı yanlarını görür, onun üzerine bir kamyon dolusu laf ederiz. Biz, karşımızdaki insanları, sosyal hayatlarında gösterdikleri veya ileride gösterebilecek olduğu herhangi bir uygunsuz davranış yüzünden silip atabilen varlıklarız. Ülkenin gençlerini makinalaştıran kurumu olan ÖSYM'nin sınavlarında bile acımazsız olmadığı kadar gaddarlaşıp, bir yanlışın bütün doğruları götürdüğü bir dünyayı kuran kişileriz. Bütün bunları unutarak, bir de karşımızdakilerin hep dört dörtlük olmasını bekleriz. Onlarında da bizler gibi etten ve kemikden oluşan birer insan olduğu gerçeğini yok sayarız. İşte, bütün bu sebeplerden dolayıdır ki övgü yazısı yazmak, eleştiri yazısı yazmaktan zor gelir insanlara. Eleştirirken sözcük cambazlığı yapanlar, sıra takdir etmeye gelince ağızlarından çıkaramadıkları kelimelerin içinde boğulurlar. İşin diğer bir boyutu ise nadir de olsa yazılanların "yağ çekme" olarak algılanmasındaki sıkıntıdır. Yaptıkları her hareket sonucunda dış dünyadan bir karşılık beklemeyi alışkanlık haline getiren insanların, saf ve temiz düşüncelerle yazılmış satırları, beklenti boyutuna çekmelerini çok da garipsememek lazım aslında.

Uzun zamandır Caner Eler hakkında bir şeyler karalama isteği vardı. Bire bir tanışıklığımız olmamasına rağmen, içten içe büyük bir saygı besliyorum kendisine. Bitmek tükenmek bilmeyen bir spor bilgisine sahip. Limit sonsuza giderken x basketbola ve bisiklete biraz daha yaklaşıyor ama diğer spor dallarında da azınsanmayacak derecede bir birikim söz konusu. Müzik ve sinema da cabası. Temasa dayalı spor dallarını izlemesini daha çok tercih eden biri olmama rağmen bisiklet sporunu başka kim sevdirebilirdi ki bana? Bir keresinde Tour de France'ın 2.etabında, bisikletçilerin Brüksel'den Spa'ya geçtikleri sırada dinleyeni öyle bir bilgi taarruzuna tuttu ki Spa'dan çıkan suyun sertlik derecesini bile söyleyecek diye korkmuştum doğrusu. Herşey bir yana, en önemlisi Eler'i dinlerken kendisine ait bir hayat felsefi olduğunu anlıyorsunuz ki günümüz özenti(biraz da manipüle edilen) insanının en büyük eksiği bana kalırsa.

Velhasalıkelam, hakkında söyleyebileceğim iyi sözler bu kadar. Belki yetmeyecektir ama bundan sonra yazacaklarım, kendisi hakkında yazılanları tekrar etmek olacak. Orjinalliği kalmayacak. O yüzden kendisine verilen değerin miktarını anlatmak açısından aşağıda yazılanlar daha bir manidar olacaktır diye düşündüm. Ne de olsa zaytung ile yatıp, zaytung ile kalkıyorsunuz..

"Uluslararası Spor Federasyonları Birliği, Türkiye'de spor haberciliği denilince akla ilk gelen isim olan Caner Eler'in engin bilgisini ve kültürünü kıskanıp, "biz niye böyle bir spor insanı yetiştiremiyoruz*" diye hayıflanmaya başlayınca, kurallarını kimsenin bilmediği, geçmişi olmayan, yeni bir spor icat etti. Caner Eler'in bu spor dalına da el atmasından korkan üst kurul ismini ve kurallarını sır gibi sakladığı yeni sporu sadece Eler'in uyku saatlerinde hayata geçirmeyi planladıklarını duyurdu. Fakat, bir yandan da her türlü spor basınında bir kolu olan Eler'in interntete düşen haberleri okumasından ve yeni spor dalını öğrenmesinden korkan yönetim, bu yeni spor dalının güncel haberlerini sadece belirli kişilerin görebileceği, full güvenlik donanımlı bir sitede paylaşma kararı aldı ."

26 Kasım 2010 Cuma

Jordan Reyiz

Nike'ın LeBron ile çektiği reklam ile Jordan'ın seneler önce çektiği reklamı birleştirmişler. Jordan sanki LeBron'a cevap verir gibi konuşuyor. Reyiz ileriyi görmüş.


Maybe it's my fault. Maybe I led you to believe it was easy, when it wasn't. Maybe I made you believe my highlights started at the free throw line, and not in the gym. Maybe I made you think that every shot I took was a game-winner. That my game was built on flash, and not fire.

Maybe it's my fault that you didn't see that failure gave me strength. That my pain was my motivation. Maybe I led you to believe that basketball was a God-Given gift, and not something I worked for... Every single day of my life. Maybe I destroyed the game.

Or maybe, you're just making excuses.

5 Kasım 2010 Cuma

Beşiktaş'ın istenmeyen çocuğu


Bu yazının şimdi yazılmasının Nihat’ın Porto maçında attığı golle uzaktan yakından alakası yoktur.






Çok konuşuyoruz, çok tartışıyoruz. Nihat Kahveci, 97-98 sezonu A takıma çıkmış bir isim. 19 yaşına gelmeden A takım formasını sırtına geçirdi. Toshack’ın gençleştirme operasyonunun parıltılı dönemi, sağ kanatta oynuyor genelde. Kapalı’nın önünde falan oynamak zordur. Kapalı altta maç izleyen bilir. Kendisine örnek aldığı isim Şifo Mehmet. Toshack vazgeçemedi kendisinden, kapalıya çaktığı selamları bir kenara bırakmak durumunda kaldı Nihat. Henüz hazır hissetmiyordu ama gitmek durumundaydı.




Gidişine gelelim. Gitmek durumundaydı diyorum ya gitmek durumundaydı. 94-95 ten beri gel(e)meyen şampiyonluk, kulübün maddi açıdan inanılmaz derecede batakta olması. Yıl 2002, aylardan Ocak. Taze, nakit tam 5 milyon Euro. Şimdi iyi para ki düşünün sene 2002. Kulübün alacaklıları rahatlıyor, kulüp rahatlıyor. Rahatlamayan insanlar var, beklentileri olanlar, başka baharlara bırakıyorlar beklentilerini. Gider gitmez formayı sırtına geçirdi diyemiyoruz. Yaklaşık bir sezon kadar beklemesi gerekti. İspanya’ya gittiğinde tek kelime dahi İspanyolcayı bırakın İngilizce bilmeyen Nihat, İspanyolcayı söktü. Forvet oynamaya, oynatılmaya başlandı ve yabancılık çekti diyemeyiz. Süleyman Seba’nın elini öpüp, helal hakkını aldıktan sonra oradaki gururumuz olmaya başlıyordu. 2 gol 1 asist, 1 gol 1 asist, 5 haftada 4 gol derken, 6. haftayı boş geçmiyor ve Sociedad’da Nihat sesleri başlıyordu. Adını ezbere söylüyordu herkes. Sene 2002, Nihat Kahveci gol krallığında Ronaldo ile yarışıyor, takır takır İspanyolca konuşuyor, herkes de onu konuşuyor. 16 maçta 10 gol. Başlıklar atılıyor, koca puntolarla : “ İspanya’da ki gururumuz “






Sociedad’ı sırtladığı gibi zirveye çıkarıyor. Real Madrid’i 4-2 yendikleri maçta attığı gol, oyundan alınırken deliler gibi alkışlanması, tekrar tekrar izlenesi. Keşke gitmeseydi diyordu insanlar. Gitmek durumundaydı oysa. Barcelona’nın transfer listesine girmiş, Real Madrid’in teklifini reddetmiş bir Türk futbolcudan bahsediyoruz bu yazıda.Türk Futbolu’nun yetiştirdiği en başarılı lejyonerden. Gel gelelim, İspanya sınırları içerisinde yarattığı fırtınayı istenilen şekilde yansıtamıyordu Milli Takım maçlarına. La Liga’da 100 maçta 51 gole ulaşıyor. 3 sezonda Ronaldo’nun ardından en fazla gol atan oyuncu oluyor.





Sociedad’da mali krizin ardından çoğu yere gidip geliyor Nihat. Valencia ile görüşüyor, olmuyor. Cska ile görüşüyor, olmuyor. O zamanlar Fenerbahçe falan talip. Beşiktaş’ın yüzü yok. Gitti, gidecek derken Kovacevic’in sakatlığı sebebiyle sezon sonuna kadar kalıyor. Geçiriyor o formayı sırtına ve bask derbisinde bam bam atıyor gollerini.Tam 4.5 yıl. Ayrılmaya hazırlanırken yine Bask bölgesi gazetelerinden Diariovasco, Türkçe bir metin ve “Yolun açık olsun” başlığını kullanarak veda ediyor. Yeni bir Arif mi geldi derken. Aynı dönemde Mark Gonzalez, Liverpool’a geri dönecek. Tarifi imkansız bir yıkım Sociedad için. 






El Turco kardeşimizin işleri, önceleri pek iyi gitmedi Villareal’de. Tomasson vardı babalar gibi zira. Rossi bir vardı bir yoktu. 4-3’lük Atletico Madrid maçı ile döndü diyebiliriz. Birisi son dakikada olmak üzere 2 gole imza attı Nihat. Bütün transfer dönemlerinde geldi, gelecek söylentileri çıktı. Fenerbahçe – Beşiktaş ve daha niceleri. O üzerine koydukça bir şekilde gururlanıyorduk. Büyük bir ciddiyet ve çalışma içinde sessiz sedasız büyük bir kariyeri sürüklüyordu ardında. Sessiz sedasız derken, tantanalı insanlarda kariyer peşindeydi gerek Türkiye, gerek ise Avrupa. Onlardan çok farklı Nihat. Karakter olarak farklı, görüş olarak farklı. Şu üstte yazdıklarım Hakan Ünsal’ın kariyerinden parçalar olsaydı şimdi bütün “ak” belediyeliklerinin parklarında bir şekilde heykelleri vardı. 2007-2008, Four Four Two en iyi 100 listesi, 39 numara. 2007-2008 derken Çek Cumhuriyeti maçıyla tazeliyoruz hafızalarımızı. Zira formsuz Nihat. Sakatlıklarla boğuşuyor, hoca görev veriyor çıkıyor elinden geleni yapıyor ama olmuyor. Bir şekilde gol veya goller atıyor ama yapması gereken tam da bu iken beğenilmiyor. Sahne hatırlatmak istiyorum bu noktada, Colin-Kazım zırtapoz bir şut atıyor (orta bile olabilir) ve Nihat’a dönüyor kameralar, “sakin oğlum sakin” önde falan değiliz biz. Yenik durumdayız ve tepki bu. Atacağı galibiyeti getirecek gol veya gollerin habercisi bu özgüven.





Biraz daha öznel kısma geliyorum, uzun tuttum yazıyı çünkü. En basitinden başlıyorum. Hakan Şükür, Emre, Okan 1 maç oynadığında fırtınalar koparken (aman gol falan atmasınlar kalbimiz var) La Liga’da Nihat takır takır oynadı senelerce. Bütün bağları koptu, domuz bağı tedavisi ile sahalara döndü ama döndü. Sağ kanatta oynadı, forvet oynadı, tek forvet bile oynadı. Bir gün çıkıp, herhangi bir rahatsızlığını belirtti mi ? Bir tane yakınan demeç verdi mi haylaz basına ? Birilerinin gözüne girmek gibi bir çabası oldu mu ? Hadi onu geçtim onlarca maç izliyoruz. Bir tanesinde bir tartışması, kavgası, polemiği var mı ?






Geldi Beşiktaş’a. Geliş sürecini falan yazmak istemiyorum çok bilindik şeyler. Uzun yazdığımdan dolayı bir sıkıntı var üzerimde zira. Beşiktaş’a dönüşü ve kaptan rolü.Dönmesine hepimiz çok sevindik. Şimdi çok üzülüyoruz. Ben dönmeseydi keşke derken Nihat’ı düşünüyorum, insanlar anlık skor ve puan durumu üzerinden düşünüyor. Patladı patlayacak, önümüzdeki sezon, kamp yapmadı falan filan biz kendimizi oyalarken Nihat gerçeği önümüze geldi. Olmadı. Olmuyor. Olmayacak. Her kötü Nihat hamlesinden sonra şöyle bir uzaklaşıp, “Nihaaaat” diyorum. Nihat demeye alışkın değiliz çünkü. Böyle sevdirmiş ismini, ben böyle telaffuz ettim hep. Attığında da kaçırdığında da bu değişmedi. Ayakta duramadı “Nihat” demedim. Yine “Nihaaaaaat”.





Bütün eleştirileri anlarım. Nihat kendine bakmıyor denilir, hak vermem ama mantıklıdır. Nihat yaşlandı be kardeşim denilir, ya harbiden sanırım öyle derim içimden. Nihat kim ? Nihat topçu mu ? Nihat cırt, Nihat pırt dersen ben bu yazıyı yazarım işte kardeşim. Çok para alıyormuş dersin, hak veririm ama üzülmem hak ediyor o parayı çünkü. Beşiktaş’ta işler böyle gider(di) işte. Beşiktaşlının Beşiktaşlıda kredisi çoktur. Tükenmez bu kredi. Arabası tartışılır, hayatı tartışılır. Eh be kardeşim bu adam bütün varlığını Beşiktaş sayesinde mi yaptı ? Nihat iyi olsaydı La Liga’dan döner miydi ? Bu sorunun cevabı çok karışık, Mehmet Topuz olaylarından sonra başkanın kapısında yattığı bir isimdir Nihat. (Diğeri Ferrari)





Bilmeniz gereken bir şeyler daha var. Şuna emin olun ki, senden, benden, senin haftada 1 futbol izleyen dayından, amcandan, herkesten; daha çok ister Nihat gol atmayı. Eskisi gibi oynamayı, şöyle harbiden göğsünü gererek pıt pıt koşmayı en çok Nihat ister. Bu durumda olmasının tek sebebi Nihat mı ? Yeteneksiz mi ? Çaba sarfetmiyor mu ? Sahada arkadaşlarının emeğini mi çalıyor ? Hayır. Olmuyor. Farkındayım, farkındasınız. Israr ediyoruz ama olmayacak.


Beşiktaş taraftarına yakışan, Nihat’ın bütün emeklerine, bir dönem Beşiktaş kurtuluşuna imza attığını unutmadan konuşmaktır, davranmaktır, yaşamaktır. Amatör, Profesyonel bütün branşların bütün maçlarını kaçırmasan, hep tribünde bir şekilde yerini alsanda bu değişmeyecek. Nihat’ı ıslıklamaya, küfretmeye, yuhlamaya kimsenin hakkı olmamalı. Yok zaten. Biz nasıl diğerlerine benzemiyorsak onların kötü örneklerini kendimize emsal yapmayacağız. Nihat, Beşiktaş forması altında anlamlıdır, Beşiktaş forması Nihat’ın üzerinde anlamlıdır. Nihat, o tepkileri veren bütün insanlardan daha fazla Beşiktaşlıdır. Hiçbir zaman hiçbir yerde adı kötü bir şekilde anılmamıştır, anılmayacaktır. Nihat her dönem sadece işini yapmıştır. Türk futbolunu Avrupa’da en iyi temsil eden Türk futbolcudur. Sporcudur. Zekidir.




Mazeret ne olursa olsun, yuvasına dönen bir Beşiktaşlıyı ıslıklamak, yuhlamak, abartıp küfretmek Beşiktaş taraftarına yakışmaz. Yakışmıyor. Hasan Şaş, Hakan Şükür ve diğerlerinde olduğu gibi. Hiçbir taraftara yakışmıyor ama söz konusu Nihat olunca bir başka yakışmıyor. Yapmayın etmeyin.
Beşiktaş’ın çocuğu Nihat Kahveci.