31 Aralık 2012 Pazartesi

Albümlerle Son 20 Yıl - Radio Eksen Top 5


Kadir Can Türkoğlu


Selamın Aleyküm, 

Son 20 yıldaki en iyi rock albümlerin; yani üretilmiş, satılmış, çalınmış, söylenmiş ve dinlenmiş çalışmaların bize en dokunanı, deli coşturanı, acayip eğlendireni bazen de fena ağlatanı olan beş tanesini kardeş sevdasıyla paylaşmak için buradayız.Müziğe daha doğrusu müzik dinlemeye Fethiye-İzmir arası bayram seyahatlerinde (360km) şefimiz (orkestrayla alakası yok), şoförümüz, biricik babamızın özgün müzik ve türkü sevdasıyla Ruhi Su, Neşet Ertaş, Musa Eroğlu, Arif Sağ, Zülfü Livaneli (Türkçe top5) ile dağların arasında kıvrımlı yollarda, inişlerde çıkışlarda başladık. O yıllarda ve günümüzde, hala daha bu halk ozanlarının şarkılarını ezbere söyleyebiliyor olmamız, uzun yolculuklarda geriye - ileriye sardırılamayan, ve bir albümü 5 tur, 10 tur attıran eski araba teypleri düşünüldüğünde, çok da abartılacak bir olay değil; ama gerçekten de bir kaseti alıp, diğerini takmanın 8 yaşında bir çocuğa çok meşakkatli geldiği yolculukların sonu bulmaz anlarıydı bizler için o zamanlar. 

Yabancı dilde müzik dinlemeye çocukluğumun katili, bütün piçliklerimin elebaşı, haylazlık ve çor ortağım sayesinde Metallica’dan One ile çoktan sağlam ve iyi bir giriş yapmıştık. Bilye ve taso işleri çoktan bitmiş, ortaokul yılları Sepultura - Roots’lar , Iron Maiden - Fear of the Dark’lar ve daha nice benzerleriyle başlamıştı bile. O dönemleri ağır reefler ile fantastik davullar ve gırtlak yırtan vokallerle geçiren bir bireyin, biraz sakinleşme, belki de ses kısma isteğiydi lise ile birlikte grunge müziğe Kurt Cobain ve bir numaralı hasmı Eddie Wedder’la  geçiş yapmak.  Buna ne kadar sakinleşmek, ne kadar ses kısmak dersiniz bilmem ama; ergenlikle birlikte İngilizceyi yeni yeni çözmüş palelerin kendini bulma, benliğini ifade etme biçimiydi grunge bizim için. Hava kararınca top oynamaktan eve suçluluk hissiyle dönüp, şebeke suyunun musluğa dayanıp,  ağızdan içildiği bir dönemdi In Utero’nun ve No Code’un hayatımıza girmesi. Serve the Servant’la ebeveyninin kavgalarına “that legendary divorce is such a bore” nidaları, Radio Friendly Unit Shifter’la “What’s wrong with me?”  ergen tripleri ve very ape’de ki “out of the ground… in to the sky… in to the sky… out of the ground…” nakaratları bizi Kurt’le tel kopartıp gitar parçalatırken,  Eddie’nin  Sometimes girişi, Who you are gelişmesi ve Smile sonucuyla bizi ağrı kesicisi kaba etinden vurulmuş rüyalara dalmış çocuklar haline getirir nitelikteydi. Bir walkmani 3-5 dostla paylaşıp, pil tüketimine doyamadığımız zamanlarla da Thom Yorke, “Ok Computer” ile girmişti kulaklarımıza, ve biz Kolomb’un tersine bir keşifle haritada Amerika’dan İngiltere’ye geçiş yapmanın farkında bile olmadan çoktan aşina olmuştuk Paranoid Android’e, Karma Police’e ve Lucky’ye; efsane Creep ile tanıştığımız sayko bakış bu adam, bu albümle daha lisedeyken bize melankolinin ön lisansını yaptırmıştı bile; ama mutluyduk -melankolik bir mutluluk hali: şarabın midedeki fermantasyonuyla kılcalların daralıp beyne oksijenin az gitmesi gibi bir durum işte. Rotringlerin akisine  köşegen kurşun kalemleri severek ve ısrarla kullanan ve o kalemleri derslerde deli gibi çevirip  bantları geri sarmaktan hiç vazgeçemeyeceğini sanan neslin, o ortası delik parlak yuvarlak ile  garip buluşmasıyla, CD’ye çoktan satmıştık kaseti. Bu o kadar sancılı ve depresif bir geçiş değildi bizim için ve ilerleyen günlerde hepimizin odasında ki sehpasının üstünü iyi kötü CD çalarlı bir teyp ya da çantasında cd-walkmanin yerini alması çok sürmemişti. O esnada Coldplay-Parahutes’leri ile Ölüdeniz’e iniş yaptı ve eş zamanlı çıkarıldığı ülke ve dahası dünya ile birlikte aynı zamanda Don’t Panic, Yellow ve Trouble’ı dinleme şansı bulmuştuk. Şanslı, şaşkın ve şebek gibi hissederken kendimizi, deli gibi cd paylaşımları, repeat ve random tuşlarına vazgeçilmez sevdamız başlamıştı. “Look up the stars look out  shine for you” diyerek parkta sarhoş olup sabahlamaların önünü alamazken, Starsailor’dan Love is here girdi hayatımıza, Poor misguided fool ve Alcoholic ile. Gecenin sonunda biz çoktan etrafımızı göremeyecek kadar aşık ve eve dönemeyecek kadar sarhoştuk o Maliye Parkın’da. 

Son 20 yıl ile sınırlandırdığımız için Nirvana-Nevermind olmak üzere daha nice sevdiğimiz gurubun bu listeye girememiş olması üzücü olsa da, 90’larda aldığımız ve bütün lise yıllarımızı geçirdiğimiz o efsane teybin şimdilerde ebeveynlerim tarafından evdeki para ve ziynet eşya saklanan çakma bir çelik kasaya dönüşmesi ve sadece hırsızlar için hedef saptırmak amacıyla gerçek çelik kasanın yanında kullanılması benim için daha üzücü. Bir aforizmayla tüm sevdiklerime müziğin hayatımızdaki yerini ve önemini belirtmeyi çok isterdim, ama bunu zaten SEZEN CUMHUR ÖNAL yıllarca yaptı ve bize hiç gerek kalmadı, kalmayacak da… Müzik hep sizinle olsun, “lek!” 

Nice 20 yıllara … 

KissMissPeace

---

Bora Türkoğlu


Hayat, “Bir Çeşit Komik Hikaye” tadında devam ediyor. Ve tıpkı o filmde olduğu gibi, “Müziği sever misiniz?” diye soranlara her seferinde “Nefes almayı sever misiniz?” cevabını verip, yanıtı kendisinde aramaya itiyoruz...

“En iyi” listesi yapmak zordur. Çünkü, belirli bir yaş diliminde sahip olduğun karakter, sana o zamanın “en iyi”si gibi gelirken, yıllar sonra değişime uğrayan hayat görüşün, geride bıraktıkların hakkında “o kadar da iyi değilmiş” dedirtir. En azından dedirtebilir. Ama şu ihtimal de her zaman vardır; eskiden iyi olanlar ve hala iyiliğini koruyanlar...

Eksen’de seçtiğim “En iyi 5 albüm” de, son söylediğim ihtimali hissetmem kaynaklı. Hepsinin bir çağrıştırdığı, ayrı ayrı anısı var. Birinci sıradaki Nirvana, henüz mevcut bir müzik zevki oturtacak yaş sınırında değilken, benden yılca büyük biraderlerimin açtığı şarkıların kulağımda bıraktığı izler sayesinde örneğin. Nirvana şarkılarının ismini dahi bilmiyorken, hepsine mırıldanarak eşlik edebilecek kapasitedeydim o zamanlar. İkinci sıradaki Radiohead yıllarımda, biraz daha akil düşünebiliyordum. Zaten daha sonra anladım ki; OK Computer, bilgisayar çağında bize sunulmuş seçeneksizliğin seçeneği imiş. Coldplay ve Muse için de kendimce sebeplerim var. İnsan dediğin her şeyi belirli bir nedenselliğe dayandırmıyor mu zaten...

Seçimlerdeki “Son 20 Yıl” filtrelemesi iyi olmamış. Pearl Jam’in Ten albümünü herhangi bir sıralamadan azade edemem mesela. Kaldı ki, tüm bu seçilen 5’li ile karşılaştırdığımda, Pink Floyd, Rolling Stones, The Doors, Dire Straits gibi grupları daha çok dinliyorum.

Subjektif bakış açılarına göre her “altın çağ”ın farklı, daha doğrusu bir önceki zaman diliminde yaşandığı vurgulanır Midnight in Paris'te. Eskiyi yüceltmek; insanın şimdiki zamanda yaşadığı sıkkınlık ve mutsuzluktan kaynaklanabilen gayet makul bir davranıştır. Bu algı, kişileri, geçmişin daha güzel olduğu yanılgısına sokuyor olabilir. Belki yanılgı bile değildir, kim bilir?  Filmdeki gibi, köşe başındaki o siyah Peugoet’ya binip, geçmişin sürrealistliğinde gezinmek herkesin, bir kez de olsa iç geçirdiği bir mevzu. Son 20 yıl değil, en azından bi 50 yıl lazım bana.

Her fırsatta müzik dinleme şansına sahip bir toplum var. O müziği dış dünyadaki yaşanan çirkinliklerden soyutlanmak için dinleyen bir başka toplum daha var. Kulaklık, gerçekten müzik dinlemek istediğimiz için mi, dolmuşta arka tarafımızda oturan çiftin sohbetin kaçmak için mi? İkisi de değil; cevap, nefes almak içindi. Ve evet, kısa süreliğine de olsa siyah peugoet fena olmazdı, bir arkadaşa bakıp çıkardık hiç olmazsa...

---

Fikret Elgün


Grunge müzik yapan gruplar arasında, enstrümantal açıdan en farklı ve en ilgi çekici bulduğum grubun en ünlü albümü. Çok fazla ‘’Black Hole Sun’’ odaklı bir albüm olarak pazarlanmış olmasına rağmen, albüm dahilindeki tüm şarkıların benim için ‘’hit’’ olarak görülebileceği; yine kendi adıma, Chris Cornell dışında hiçbir vokalistin  bu şarkıları söylemeye cesaret edemeyeceğini düşündüğüm, en etkileyici albümlerden biri.

Coldplay – Parachutes
Yıllar geçtikçe daha sakin, yabancıların deyimiyle ‘’soft’’ bir müzik zevkine geçişimdeki en temel grubun, en etkili albümü. İlk çıktıkları zaman ve onu takip eden uzun bir süre hiç hoşlanmadığım, adamakıllı dinleme özenini bile göstermediğim, bu denli soğuk olduğum grubun; hayatımda şu an işgal ettiği yere bakınca hissettiğim tek şey mutlu bir pişmanlık. Bu albümün Coldplay’in en sevdiğim albümü olmasında en büyük payı ise ‘’Sparks, Spies, WeNeverChange’’ şarkıları bölüşüyor. Yapmış oldukları diğer albümlere de büyük bir saygı ve sevgi beslesem de; her defasında, merak edip ilk dinlediğim anki etkiyi şu anda da yaratan şarkılara sahip olması sebebiyle bu albümü çok daha farklı bir yere koyuyorum.

Nirvana – Unplugged in New York
Grunge müziğin öncü grupları arasında en az fikir sahibi olduğum grup olması sebebiyle,  stüdyo kaydı olan albümleri arasından bir seçimde bulunamıyorum. Akustik bir konser kaydı olması, daha doğrusu en çok keyif aldığım ‘’canlı müzik’’ olayının albüm haline getirilmesi bu albümü seçmemde en büyük etken olsa da; hiçbir albümünü tamamen dinlemişliğim olmayan bu grubun, tüm albümlerinden şarkılarının yer aldığı bir derleme  mahiyetinde olması da bu sıraya koymamda önemli faktörlerden biri. Bu albümde en beğenerek dinlediğim şarkıları ise ‘’Lake Of Fire, PennyroyalTea, Where Did You Sleep Last Night’’ olarak sıraya koyabilirim.

Tool – Lateralus
Benim gözümde, aksak ritim ve bas gitarın daha güzel bir tını yaratma ihtimalini, kendi üretecekleri yeni eserler dışında ortadan kaldıran gruptur. İlk 5 sıralamamda diğer gruplar arasında müzikal açıdan her türlü bağ bulunurken; bu grup ve bu albüm onlardan tamamen bağımsız bir yapıya sahiptir. En sevdiğim grup olmamalarına karşın; rahatlıkla dinlediğim en yaratıcı grup diyebilirim. Aksak ritim ve bas gitardan bahsetmişken, grubun bu denli etkileyici olmasının en büyük etkeni olan ‘’Maynard James Keenan’’ ı es geçmek olmaz. Sadece müzikal açıdan yaratıcılığın ötesine geçmekle kalmayıp, şarkı sözü olarak da çok etkileyici sözler yazmıştır. Gruptan bahsederken, kullanabileceğim iki tane kelime var. ‘’Farklılık’’ ve  ‘’Yaratıcılık’’. Çünkü az önce bahsettiğim güfte ve müziğin yaratıcılığından da öte, grubun klipleri ve konser performansları da izlediğim en marjinal, en fazla kafa yorulmuş, emek verilmiş, farklılık yaratmış görüntülerdir. Listede ‘’Undertow’’albümü ve en beğendiğim albümü olan‘’Ænima’’ albümü bulunmadığı için sıralamaya sokamıyorum. ‘’Lateralus’’ albümüne, bünyesinde çok sevdiğim şarkıları barındırması sebebiyle, ilk 5 sıralamamda yer veriyorum. Bu albümde bulunan en sevdiğim şarkılar ise: ‘’Parabola, ThePatient, Schism, Lateralus, The Grudge’’

3 Aralık 2012 Pazartesi

Deklanşör

Reuters, yılın en iyi fotoğraflarını seçmiş. Toplam 95 kareden oluşan galeride, Londra 2012 ağırlıklı olmak üzere altı tane de spor resmi var. Aslında sekiz de, ben Amerikan bayrağının gözümüze sokulduğu eskrim fotosunu ve eski arabaların yarışını pas geçtim. Bu altı, Oğuz Haksever'e de açık mektup olsun... Gerisi için tık!

Londra 2012'nin en meşhur sahnesi...

Blake ve Bolt, 2000 metre finali için eleme koşuyor. Londra 2012...

Gabrielle Gaby Douglas, denge kolonunda altın madalyaya giden performansını sergiliyor. Londra 2012...

Paralimpik atlet Lukasz Mamczarz yüksek atlama sırasında... Londra 2012...

Euro 2012, Donbass Arena'daki Ukrayna - Fransa maçı...

Tiger Woods, yaşadığı olaylar sonrası Tur'a geri dönüyor...