15 Mayıs 2014 Perşembe

Keşke Ali'yi Bir Daha Görmeseydim


Üniversiteye kayıt için kampüse girip işlerimi hallettikten hemen sonra etrafımdaki tipleri süzmeye başlamıştım. Uzun saçlı, bol küpeli olanlar, hangi barda rock müzik dinlenir sorusunun muhatabı gruptu benim için. Bacakları epeyce kaslı olanlar vardı aralarında. "Hadi çevirelim bir 4'e 4" tayfayı da bulmuş gibiydim. Kimisi kayıt günü çok şık giyinmişti, demek ki hem paralı, hem de akıllı çocuklardı. Ellerinde iki, üç kitapla gezenlere baktım bir süre. Vakit kaybetmeksizin okumak istiyorlardı. Aklımdan geçmişlerini kuruyordum hepsinin. Hangisiyle tanışsam diye düşünüyordum. Hangisinin kafaca bana daha yatkın olduğunu... Muhabbet kurmakta hiç zorlanmazdım. Manyak gibi spor takip ederdim. Siyaset desen söyleyecek çok sözüm vardı. Pop falan dinlemezdim ama hangi müzik kime hitap eder, iyi bilirdim. Kült filmlerin nedeyse tamamını lisede izleyip, bitirmiştim. O yaşta bir çocuğun konuşabileceği her türlü muhabbete ucundan dahil olabiliyordum kısacası. Samimiyeti hızlı bir şekilde ilerletiyordum. Tanışma anlarına dair tek bir sıkıntım vardı. Tanıştığım insanın ismini, ikinci gördüğümde hiçbir zaman hatırlayamıyordum. O ilk el sıkış anında, daha önceden kafamda kurduğum geçmişin ne denli gerçek olabileceğinin sağlamasını yapardım hep. Vücut dilini kontrol ederdim. Ses tonunu ölçerdim. Gözlerine bakardım. Avuç içinin sert mi, yumuşak mı olduğunu anlamaya çalışırdım. Nasırlı bir else, yazları çalışıyor demek ki diye tahmin yürütürdüm vs. Bir sürü şey yapardım ama ne dediklerini hiç dinlemezdim. Algım hep farklı şeylerin üstünde olurdu. İsmin neydi diye sormaya da çok utanırdım. Karşımdakinin bana ismimle hitap ederken benim ona karşı zamir kullanmam pek hoş gözükmezdi. Beklerdim. Biri ona seslense de, adı neymiş bilsem diye pusuya yatardım. Kolay isimleri hatırladığım oluyordu arada. Ali mesela. Ali ile tanışırken de aynı süreçlerden geçmiştim, ama kulağım Ali'yi bir şekilde almış ve beynime yollamıştı. Kolay isimdi Ali. Unutmamıştım bu kez. Unutmak istememiştim belki de. Daha dikkatli dinlemiştim ya da.

Ali de beni sevmişti galiba. Tüm günümüz beraber geçiyordu. Uzun süreli sohbetler ediyorduk. Ailesi, benimkiler gibi memurdu. Cebindeki para bendeki kadardı. O yüzden de aramızda hiçbir problem olmuyordu. Yanımda, kendini ne zengin, ne de fakir hissediyordu. Yapabileceklerimiz sınırlıydı ve biz sınırları sonuna kadar zorluyorduk. İyi eğleniyorduk. Hayata benzer bakıyorduk. Benden biraz daha fazla inançlıydı ama sapkın adetleri yoktu. Şii, Sunni umurumuzda değildi. Kimseyi kategorize etmezdik. Bara giderdik, kızlara yazılırdık. Bir gün, uzun süre takıldığı bir kızla işi ciddiyete bindirince epey bir görüşemedik. Ama daha sonra ayrıldı. Eskisi gibi olduk. Takılıyorduk. Çoğu zaman, kızın yanında başka bir kız yoksa, birimiz yalnız kalmasın diye atağa bile geçmiyorduk. Tam takım oyuncusu gibiydik. Attığı yalanı anında anlardım. İyi tanıyordum artık hıyarı. Fifa oynarken kurnazca kurduğu taktiklerin hepsinin nasıl sonlanacağını bile tahmin eder olmuştum. Hızlı adamları severdi, bol çalım atardı. Defansa çekilirmiş gibi yapıp, bir anda kontraya çıkardı. İlk başlarda yedim bunu, sonraları eli hep boş kaldı. Beraber eve çıktık. Okula hiç gitmediğimizden tekrardan yurda döndük. Ben çalışmayınca o da çalışmıyordu. O çalışınca ben de çalışıyordum. Beş sene hızlı geçti. Üniversite sonrası insanlar eskisi gibi görüşemezlerdi. Herkesin mavrası farklılaşıyordu bir süre sonra. Buna mecbur kalıyorduk. Çok da önemli değildi ama. Ali'yle epey anı biriktirmiştik. Zaman zaman özlem arttığında sandıktan bir tanesini çıkarıp teselli olabilirdim.

İşler umduğumuzdan iyi gitti. Bir şekilde ikimiz de İstanbul'a sürüklenmiştik. İş yerlerimiz birbirine yakındı ama evlerimiz ayrı yakalardaydı. Öğle yemeklerini beraber yiyorduk ara sıra. Ofisten kızın birine fena tutulmuştu. Ailesi sürekli artık evlen de, bir torun sevelim diye baskı yapıyordu. Çok fazla direnemedi. Oynanan oyunun adı Fifa değildi bunda böyle. Mahalle baskısı tüm hücumlardan daha sertti. Daha çok para kazanmak için ekstra mesailere kalırdı. İletişimimiz kopma noktasına gelmişti neredeyse. Çok geçmeden evlendi. Bir iki kere gittim evlerine. Karısı beni hiç sevmedi. Hele üniversite yıllarımızdan bahsettiğimizde, sanki Ali'yi hep ben bozmuşum gibi bir yargıya varıyordu. Üzülüyordum açıkçası. Çok severdim Ali'yi. Bu şekilde bir kopma ağır gelmişti bana. Artık kendimi biraz geri çekmem gerektiğini anlamıştım.

Aradan dört yıl geçti. Türkiye, hayatı boyunca görmeye alışık olduğu siyasi garabet günlerine döndü. Bir iç savaş havası hakimdi. Rezalet ötesi bir Başbakan vardı. Alt sınıf iyice kuma gömülürken, para, parayı çekmeye devam ediyordu. Hepimizin bir şekilde kazanmaya mecbur olduğu para, insanların canına tak etmişti. En ufak bir kıvılcım tüm fünyeleri ateşlemeye yeterdi. Don rengimize kadar müdahale etmeye başlamışlardı. Ağaçları kestiler, insanları öldürdüler. İş çıkışı eski üniversite günlerindeki gibi vicdanım için eylemlere gidiyordum. Gaz yiyor, suya maruz kalıyordum. Günün sonunda da Beşiktaş'ta bira çakıyordum. Bir gün yine tam bu ritüeli gerçekleştirirken uzaktan maske takmış birinin geldiğine odaklandım bir an. Aynı Ali gibi paytak bir yürüyüşü vardı. Daha da yaklaştı. Ali'ydi bu. Beni görünce çok sevindi. Uzunca sarıldık. 1 Haziran 2013 önemli tarihti bizim için. Yıllar sonra ilk kez görüşüyorduk. Ortalık savaş alanı gibiydi. Yüzlerce insan vardı ve ben Ali'yi görmüştüm. O da, benim gibi tüm bu gerçekleşenler karşısında evde oturmayı kendine yedirememiş, sokağa çıkmıştı. Ayşe nasıl izin verdi sana Ali dediğim anda, uzun hikaye; anlatırım dedi. Ayrılmıştı. Daha ilk günden belli olan ayrılık sonunda gerçekleşmişti demek ki. Yine de haksız olmayı isterdim. Mutlu olsalardı keşke. O gün sabaha kadar oturduk. Daha sık görüşelim diyerek ayrıldık.

Araya bir kere mesafe girdi mi, tekrardan samimiyet zor oluyordu. Çok arayamadım Ali'yi. O da aynı şekilde... Beraber olduğumuz günlere zamanında nasıl alıştıysak, görüşmediğimiz günlere de aynı şekilde alışmıştık. Hayatlarımız belli bir seyirde devam ediyordu. Siyaset ise, gün be gün daha fazla boka batıyordu. Devlet 15 yaşında bir çocuğa kıymıştı. Büyük bir kenetlenme, büyük bir direniş vardı. Her zamanki yerde, her zamanki sebeple toplanmıştık. Arkamdan bir el dokundu. Ali, gözleri dolu bir şekilde yere bakıyordu. Sözleşmeden, raslantısal şekilde yine denk gelmiştik Ali'yle. Oturup bira içtik. Moralsiz bir şekilde gelecekten konuştuk. Kötü günler çok yakındı sanki. Herkes bunu hissediyordu. Ama, her zaman yaptığımız gibi bir çok şeyi unutacağımızdan şüphemiz yoktu. Kendi hayat kaygımız ağır basacaktı.

Yerel seçim sonrası aradan çok geçmeden bu kez bir maden faciası patlak verdi. Toplu bir katliama tanıklık ediyorduk. Televizyon izlemek, internete girmek zül olmaya başlamıştı. Zaten yerin altında olanları, çıkartıp tekrardan yerin altına koyuyorlardı. Herkes kömür siyahına büründü. Ortalıkta sorumludan çok sorunlu vardı. Küfür hayatımızın bir parçası haline gelmişti. Normal karşılanıyordu artık. Çanlar çalıyordu. Biz yine, her acı sonrası yaptığımız gibi toplanma yerine gittik. Ayda bir, gün düzenliyorduk sanki. Devlet buna aracı oluyordu. Kimsenin kimseyi tanımadığı insanlar bu günlerde toplanıp birbirleriyle konuşuyordu. Yorulmuştum artık. Beynim zonkluyordu. Ali'yi gördüm yine. Önceden zıplayarak yanına koştuğum adamdan nefret eder hale gelmiştim. Bu düşünce, tüm vücuduma yayılmıştı. Onu görünce birileri ölüyordu artık. Birileri ölmese onu göremeyecektim artık. Yanıma çağırdım. Tokalaştık. İnşallah seni bir daha hiç görmem dedim. İlk bir şaşırdı. Sonra hiçbir şey duymamış gibi uzaklaştı. Keşke, hiçbir ismi anımsamadığım gibi Ali'yi de ilk tokalaştığımızda duymasaydım dedim içimden. O an, ölenler için elimden bir tek bunu söylemek geliyordu. Çünkü başka hiçbir şeyi değiştiremiyordum.