Avrupa'daki hatta dünyadaki zeytinyağı piyasasını İspanya belirler. Herkes onlar kadar iddialı, herkes onlar kadar yüksek fiyatlı zeytinyağı üretip satmak ister. Herkesten kasıt İtalya, Yunanistan ve Türkiye'dir. İtalya, şeklen ve muhteviyat anlamında bir o kadar iddialı olmaya çalışır ama dünya çapındaki marka sayısında İspanya'nın gerisinde kalır. Yunanistan'daki durum ise şeklen İtalya'nın gerisinde, verimlilik ve fenolik bileşenleri bakımından ilerisinde, dünyadaki bilinen marka sayısı anlamında da İtalya'yla yarışır haldedir. Bazı ürünleri vardır ki, gerçek anlamda ilaç niyetine tüketilir, ama ateş pahasıdır. Amiyane tabirle, bir vuruşta oturtur. Kültürün ve bilimin yüzyıllardır güneş gibi tepede durduğu topraklardan da başkası beklenemez zaten. İnişler, çıkışlar gösterir ama her zaman Avrupa'ya ben burdayım dedirtir. Türkiye'deki vaziyet Türkiye'yi nasıl biliyorsanız öyledir. Yarışmaya göndermek için 1-2 sene çok iyi yağ üretilir. Sonra o ödülün ekmeğini yemek için takip eden yıllarda rezalet bir yağ üretilir. Üreticiler ürününe katma değer katacağına, ağaç sayısını artırarak işin hamallığını kendine kar sayar. Dökme yağı İspanya, İtalya ve Yunanistan'a satar, sattığına üzülür, sonra onların ambalajında aynı yağı beş katına geri alır. Kültürün ve bilimin olmadığı yerde, başkası da beklenemez zaten.
Zeytinyağı Avrupa'da ne ise, basketbol da Avrupa'da odur. Evvela Eurolig'in merkezi İspanya'dır. Kulüpler bazında Real Madrid çıtayı hep en yukarı koyar. Barça, rekabetten nasibini almak ister ama genellikle hezimete uğrar. İspanya ligi, Avrupa'nın en gözde ligidir. İspanyol basketboluna dair Eurocup ve milli takımlar başarıları dahil daha birçok parametre sunmak mümkün. Topun büyük bir kitleye hitap ettiği Atina'da da işler fazlasıyla yolunda. Basketbol seyircisi ilaç niyetine kombine şeklindeki grip aşılarını vurmuş, kışı rahat geçirme derdinde. Tartışmasız bir gerçek var ki, Panathinaikos ve Olympiakos, gerçek birer basketbol ekolü. Özellikle geçen seneki Pao - Oly rekabeti, iki takımı da daha iştahlı ve verimli bir hale getirdi. Avrupa basketbolu sevdalısı olarak bizler de, bu iki takımı, çok iyi bir zeytinyağını tadacakmışız gibi ağzı sulanmış bir şekilde bekliyoruz. Bütçe ve kadro derinliği anlamında her sene zirve yapan İspanya'ya, yani Real Madrid'e bir tokat daha gelmesi bu sene oldukça olası. İtalya, şeklen ve bazı değerler anlamında bir altın madeni. Ama sadece o kadar. Milano'nun formaları her zamanki gibi şekil. Takımda Mirotic gibi tek başına sezonda 6-7 maç alacak bir cevher var. Fakat dediğimiz gibi, sezon bir maraton ve İtalyanlar uzun süre koşmayı pek sevmez. Yıldızın parladığı anlardan keyif alırlar ve hayatlarına devam ederler. Kızamayız, bu da bir yaşantı şeklidir nihayetinde. Denizin diğer bir ucunda olan bizler, fotoğrafa kafamıza sokmaya çalışıyoruz. Bu sene ağaç sayısını artırdığımız gibi takım kadrolarını da şişirdik de şişirdik. Yolladığımız oyuncular, Girit'te belli etti ki (Dorsey ve Moses örnek verilebilir) sezon boyunca bizleri yine pişman edecek. Fenerbahçe de, Anadolu Efes de, hala daha kazandığı Eurolig şampiyonluğunun hülyasını yaşıyor. Özellikle Fenerbahçe, gerçeklikten çok uzakta. O ödül bir kere kazanıldı ve tekrar kazanılmak için yine en iyi yağı üretmen gerekiyor. Aksi takdirde sattığın, bir çeşit hayal oluyor. Zaten tadan da, gerçeği kısa sürede anlıyor.
Sezona az kaldı. Hasat zamanı geldi, Eurolig'in de eli kulağında. Ekmekleri hazırladık, banmayı bekliyoruz. Yukarıda yapabildiğimiz şayet bir analojiye ise, Girit ve Güney Kıbrıs maçları çerçevesinde bir tadım yapabiliriz. Olympiakos ile başlayalım...
Uzunlar: Heybetli ağaçlar
Vezenkov tıpkı bir zamanların Nemanja Bjelica'sı gibi, profesör rolünde. Takımın aort damarı. İçeride de dışarıda da onu besleyecek oldukça fazla isim var. Sırtı dönük, yüzü dönük her türlü varyeteye giriyor. Tahtaya ilk onun adı yazılır. Alec Peters, geçen sene kaldığı yerden devam ediyor. Sahada olduğu sürece maksimum verim, süper bir şut performansı. Adam resmen seviye atladı. Moses Wright, kırk yıllık Eurolig oyuncusu gibi oynuyor. İnanılmaz iştahlı. Koşuyor, zıplıyor, bitiriyor. Ribaundda ve savunmada biraz problemli gözüktü ama onun bu iki açığını Fall ve Milutinov'la (eğer sağlıklı olursa) kapamak mümkün. Gerçekten kağıt üstünde olağanüstü bir uzun rotasyonu mevcut. Her profilden, her türlü oyuna adapte edilecek şekilde oyuncu var. Düşünün, daha Petrusev'e sıra gelmedi. Tüm bu uzunların en önemli artısı ise, hareketli oyunda birer pas opsiyonu olarak değerlendirilebilmeleri. Özellikle Vezenko ve Fall, boşu görme konusunda gerçek birer silah. Fournier'in hücum performansı, Vezenkov'la birlikte Oly adına ligin en önemli belirleyicisi olacak gibi gözüküyor. Geçtiğimiz sezon o tarz bir oyuncunun eksikliğini yaşadılar. Bu sene ise, Canaan'ın ayrılışından sonra hem Fournier hem de Dorsey eklemesi oldu. Guard rotasyonunda Walkup, Vildoza, Williams-Goss, Mitrou-Long ve nasıl döneceğini bilmediğimiz Keenan Evans var. Kısa savunmacası olarak Walkup dışında hiçbiri güven vermiyor ki, bu oldukça önemli bir defo. Bu noktada, özellikle switch savunmasında kısa karşısında kalacak Papanikolaou ve Vezenkov'a iş düşecek. İşin hücum tarafında her maç farklı bir skorer ön plana çıkabilir. Evans sağlıklı dönerse bambaşka bir takım olabilirler. Uzun zamandır bu kadar derin bir Eurolig takım kadrosu hatırlamıyorum. Fall ve Milutinov ikilisinden biri sağlıklı kalır, perimetre savunmasında aksamazlarsa bana göre ligin favorisi konumundalar.
Kısalar: Atina'ya Arbequina diktiler
Arbequina cinsi zeytin ağacı bir İspanyol çeşidir. Kısa, sık dikilebilen, verimli, hasadı kolay ağaçlardır. Panathinakos'un kısalarını görünce insan kendini bir arbequina bahçesinde hissediyor. Nunn, Grant, Sloukas, Grigonsis ve Brown... İkili oyunu bu kadar iyi oynayabilen, Sloukas hariç kısalar karşısında savunmada bu kadar diri durabilecek ve yay gerisinden belirli bir yüzdeyle şut atabilecek böylesine bir kısa rotasyonu kurmak neredeyse imkansızdı, o da Ergin Ataman'a kısmet oldu. Ana parça Nunn olacak, onda hemfikiriz. Bayern maçında Brown ve Nunn çok uyumlu gözüktü. Saydığımız beş oyuncunun üçü, belki zaman zaman aynı anda sahada olabilir. Bunun kararı, biraz da Cedi ve Papapetrou'nun performansında saklı. Ama öyle gözüküyor ki Cedi, 3 numarada 25-30 dakikaları bulacak. Pota altında Lessort'a söyleyecek yeni bir söz yok. Avrupa'nın en dominant iki uzunundan biri. Ömer Faruk da yine hazırlık maçlarında, özellikle şut departmanında olduka etkiliydi. Ama takip savunması ve spacing NBA'den halliceydi. Pao'nun tüm kısaları Ömer'i hem devrilmelerde de hem de boş kaldığı anlarda rahatça buldu. Ömer de bunları gayet iyi bitirdi. Ama Ömer'in sahada kalma süresini savunması belirler. Takımın kaderini ise sakatlıklar. Kısa anlamında hücumda ve savunmada ligin açık ara en iyi takımı. Fakat, hala bir Lessort sakatlığına alternatif üretebilecek konumda değiller. Tüm her şey rast gittiğinde Pao'yu F4'e ilk ikide yazarız. Pao, yaptığı işi en iyi yapan takım. Oly ise daha çeşitli iş yapabilecek bir takım. Kritik eşik: sağlıklı kalabilmelerinde...
Delice hasadına hoş geldiniz
Oly'nin uzun, Pao'nun da kısa rotasyonuna övgüler yağdırdık. Fenerbahçe'de ise durum tam tersi. Ne net bir 1 numara, ne de sağlam bir 5 numara var. Daha doğrusu yoktu. Birch ve Marjanovic eklemesiyle kağıt üstünde iki tane 5 numara eklemesi oldu. Lakin, ikisini toplasan bir tane ediyor mu, emin değilim. Bunu yorumlayabileceğimiz yakın geçmiş maç ritimleri bile bulunmuyor. Takım tamamen yazı tura atmış durumda. Sertaç her maça başlar, ne kadar güce yeterse o kadar oynar. Girit turnuvasındaki iki maçta da Birch, Sertaç'ın yerini aldı. Kısa süreli de olsa Melli oraya geçti. Ama takım ribaund diye resmen bağırdı. Geçtiğimiz sezon burun kıvrılan Big Papa çok kısa sürede özlenecek gibi duruyor . Bardağın dolu tarafında Hayes-Davis diye bir NBA yıldızı var. Nazar değmesin diye dua edilecek olgunlukta bir oyun sergiliyor. Post up desen var, pull up şut desen var. Zeka desen var, espri desen var; kedisi bile var ya... Colson ve Wilbekin hazırlık maçlarında sezona hazır gibiydiler. Baldwin'i için bir iki maç daha izlememiz gerekiyor. Zagars ve Hall takımın getir götürünü yapar. Ama ekstra işlere girmezlerse havluyla barışık olmaları gerekir. Bu takımda iki tane ikilinin aynı anda sahada olduğundaki etkinliği çok önemli: Hayes ile Colson ve Wilbekin ile Baldwin... Her ne kadar yan yana oynamaları ideal 5 anlamında çok uygun olmasa da Saras zorunluluktan bu ikililere dönmek mecburiyetinde kalacak diye düşünüyorum. Çünkü en başta dediğimiz gibi, senin ne 1 ne de 5 numaran var. Dolasıyla maç içerisinde birkaç farklı oyun planı göreceğiz. Başka çare yok...
Az da diğerlerine banalım
Efes'in kadro yapılanması onları F4'e yazmaya aday kılıyor fakat koçları soru işareti. Tomislav, aynı Erdem Can gibi, karar anlarında hep sınıfta kaldı. Bu takım Larkin'in takımı. Onun crunch time sekansındaki liderliği belirleyici olacak. Yine de, Fenerbahçe ve Monaco ile karşılaştırıldığında eldeki kozlar bakımından eşleşmelerde hayli avantajlı gözüküyorlar. Real'de Yabusele bana göre büyük eksik. Ligde eşleşme problemi ve sertlik yaratarak ondan beslenen nadir oyunculardandı. Real onun gidişiyle kavgada bir adam eksildi. Tabii bu F4'e yazmamak için bir bahane değil. Hala daha çok iyi bir kısa, çok iyi bir uzun rotasyonuna sahipler. Gayet iyi biliyoruz ki, yıllardır tüm takımlar, onları, underdog olmadan alt edebilecek kadronun peşindeler. Barça geçen seneye göre çok daha güçlü. Zaaflarına göre ekleme yaptılar. Punter kendi seviyesini öyle ya da böyle bulur. Şutunu yaratabilecen oyuncu deliğini kapadılar. Fall ve Metu gibi diğer yenilerin takıma uyumu sıralamalarını belirler. Kağıt üstünde hiç fena takım değiller. Partizan evinde oynadığı her maçta rakibe dayak atacak kadro kurdu. Çok fizikli ve sert bir takım. Bence özellikle iç saha maçlarında lig standardının üzerinde tempolu bir oyun oynayacaklar. Zira çok set oynamalık bir birliktelik değiller. Muhteşem bir dark horse adayı.
Top 8'e aday takımlara baktığımızda acılık, yakıcılık ve meyvemsiliğin üst seviyede olduğu bir zetyinyağı sezonu hemen masanın üstünde bizi bekliyor. Herkese afiyet olsun.