23 Mayıs 2011 Pazartesi

Büyük Kaptan


Hayat, fena halde futbola benzer. Kazanamak kadar kaybetmek de vardır. Kötü gününüzde olduğunuz an kalenizde öyle goller görürsünüz ki, topu santra çizgisine atacak gücü dahi kendinizde bulamazsınız. Defansın ya da gardın öylesine düşmüştür ki, golleri hep beklemediğin köşelerden yemek zorunda kalırsın. Hayat da öyledir. Kendini bıraktığın ve güçsüz hissettiğin anda üstüste gelir bütün kötü hadiseler. Zayıflığından faydalanıp sana bir darbe daha vurmak isteyenler olur etrafında. O kadar alışırsın ki, zararın ya da kötülüğün kimden geldiğinin önemi olmaz artık. Bütün vurulan şutlar ve gol olan toplar kim vurduya gider adeta. İsimler önemsizleşir. Hissizleşirsin. Sen, kendini salmış bir halde takımdan ayrı düz koşu yaparken, rakiplerin çoktan takımla birlikte toplu çalışmalara başlamıştır bile. Senin karşına hep en güçlü halleriye çıkabilmek ve seni bir kez daha yenilgiye uğratabilmek için var güçleriyle çalışırlar. İşte tam bu noktada takım arkadaşların devreye girer. Senin en mutsuz, en güçsüz hissettiğin durumda sevidiklerin sana dayanacak bir omuz ve yaslanacağın bir sırt verirler. Kimi zaman cesaretlendirici, moral verici sözler çıkarırlar ağızlarından, sanki bir şarkıymışcasına. Yeniden ayağa kalkıp, kendi hanene bir zafer daha yazabilmen için iki kişilik efor sarfederler. Sahada senin yerine de koşarlar. Topla çok kıvrak hareketlere başlarlar. Bütün konsantrenin ve taktiğin sahadaki en zayıf nokta olan senin üzerine kurulduğunu farkettikleri anda, rakip takım adamlarını kendi üzerlerine çekerler. Bu, kavganın ortasına atlayıp, "ona değil, bana vurun" demekten farksızdır oysa. Sana olan baskıyı azaltmak içindir her şey.

Hayatta kalmak için çalışmak gerekir, çalışmak için ise mutlu olmak. Mutluluk, iyi bir takım olabilmek için ilk şarttır. Ama, tek başına yeterli değildir. Başarılar kolay kazanılmaz. İyi futbol her zaman iyi futbolcularla oynanır. Bazen öyle şanslı dünyaya gelirsiniz ki, hayatta size en büyük desteği sağlayabilecek, bu oyunu en iyi oynayan oyunculardan biri sizin yanıbaşınızdadır. Her yere düştüğünüz pozisyonda size el uzatan, hayata bakışınızı şekillendiren, zevklerinize yön veren bir insanın senin takım arkadaşın olması tarifi olmayan bir mutluluk ve özgüven verir size. En sıkıntılı anlarda bile ileriye yani önünüzdeki maçlara umutla bakabilmenizi sağlar. Hayatı ve yenilgiyi çekilebilir hale getirir. Auta çıkmak üzere olan topu bir anda oyunda tutar. Kale çizgisinden top çıkarır. Yetmez, gol atar. Yeri gelir en kritik pası veren oyuncu olur. Kendi atabilecek konumdayken bile golu senin atman için uğraşır. Paylaşmanın değerli olduğunu bilir. Mutluluğun paylaşarak arttığını çok önceden benimsemiştir bile.

İnsanlar hayatta ikiye ayrılırlar. Sonrasında da maç yaparlar. Kavga ederler, dövüşürler, birbirerinin kuyusunu kazalar, evlinip ayrılırlar. Kimi zaman sizin takımınızda yer alırlar, kimi zaman ise karşınızda rakip formayı giyerler. Rekabeti severler. Onların sevinci sizin üzüntünüz anlamına gelse dahi kazanmak için ellerinden geleni yaparlar. Ama biliyor musunuz, benim takımın çok büyük bir abisi, kaptanı ve lideri var. Bu oyunda çok etkili. Bize her gün hayat veriyor. Oyunu çok iyi okuyor ve oynuyor. Saha görüşü muazzam. Ve şundan eminim, hayatına kim girerse girsin, birbirmize ne kadar uzak olursak olalım, hangi takıma transfer olursa olsun onun yakasını hiçbir zaman bırakmayacağım ve salmayacağım.

Doğum günün kutlu olsun rikardo...