'Down by Law'a selam çakalım |
Merdivenlerden aşağı indim ve arabaya atladım. Günler öncesinden yolculuk için uygun bir şarkı listesi yapmıştım. Çok geçmeden teybi çalıştırdım. Camı, sigaramın külünü dökebileceğim şekilde aralandırdım. Hazırdım. Son kez etrafıma baktım. Ardından tereddütsüz bir şekilde gaza bastım. Bu refleksim, beynim tarafımdan kararlı olduğumun vücuduma bir gönderimiydi. İlk 50 kilometre ne olduğunu pek anlamadan geçti. Fakat ilerliyordum. İlerledikçe seçim yapmam gereken sapağa yaklaşıyordum. Hala daha net bir karar vermiş değildim. Çorak bir arazide ortalama bir hızla seyrediyordum. Az ötede sırt çantalı bir çocuk gördüm. Elini yukarı kaldırmış, otostop çeker bir vaziyette yol kenarında dikiliyordu. Almam gerekir mi diye düşündüm. Ter içinde olduğunu görünce yanaşıp, nereye gideceğini sordum. Siz nereye gideceksiniz bayım dedi. Henüz bilmediğimi, fakat 40 kilometre sonra ayrılan yolda ya sağa, ya da sola sapacağımı söyledim. 40 kilometre ilerlemek benim için yeter de artar bile deyip arabaya bindi. Sessizliğimi hiç bozmadı. Soluklanıp, çalan müziğe kendini verdi. Bir süre sonra çocuğun arabadaki varlığını unutup kendi kendime konuşmaya başlamıştım. Onunla konuştuğumu farz etmiş olmalı ki, bir iki kez karşılık verdi. Çocuğun sesini duyunca bir anda şimdiki zamana geri döndüm. "Siyasetten ne kadar da nefret etmişsiniz böyle, bayım" dedi.
"Bana bayım demene gerek yok, ben senin şu an için yol arkadaşınım."
"Öyle tabii. Siyaset diyordum, sizi epey bir germiş olmalı. İki saattir birçok kişiye saydırdınız."
"Hiç farkında değildim, kusura bakma. Bir an kendimden geçmiş olmalıyım."
"Hiç sorun değil bayım. Pardon, yol arkadaşım."
Kısa süreli konuşma bana iyi gelmişti. Tek başıma konuşmaktansa, yanımda arada tepki veren biri belki de sadece tesadüften ibaret değildi. Seçmem gereken yol için, sesli düşünmeye ihtiyacım vardı belki de. Tüm bunları kafamdan geçirdiğim sırada, bir kez daha konuşmak için çabada bulundu.
"Tam olarak nereye gidiyorsunuz?" dedi.
"Tam olarak bilmiyorum."
"Nasıl yani, nereye gittiğinizi bilmiyor musunuz, yoksa nereye gideceğinize henüz karar vermediniz mi?"
"Bilmiyorum. Karar da vermedim. Fakat bir taraf benim bir daha hiç duymamak, bir tarafsa bir daha hiç konuşmamak anlamına geliyor. Sen olsa hangisini seçerdin?"
"Anlamadım."
En iyi konuşmalarımı genelde en sevdiğim şarkılar çalarken yapardım. Arkama iyice yaslandım. Güneş, gözlerimi almaya başlamıştı. Gözlüğümü taktım. Bir sigara yakıp sol elime sıkıştırdım. Teybe uzanıp Dire Straits'ten Telegraph Road'u açtım. Çocuğa uzun bir cevap vermeye hazırlanıyordum. Beni anlayacağından emin değildim. Derdim de bu değildi. Konuşurken bir çözüm bulabileceğimi umuyordum. İçimi boşaltıp, kendime karşı dürüst olabilirdim bu şekilde. Kafamı az sağa çevirip, "Solculardan hep nefret ettim." dedim.
"Okuduğu kitaplara, yaşamlarına, yaptıklarına hak ettiğinden fazla değer biçtikleri için onları sevemedim. Çünkü onlar, yaptıkları her şeyi kutsallaştırırlar. Seni, izlediği bir filmi kaçırmakla, dinlediği bir konsere gitmemekle eleştirirler. Seni sığ olmakla suçlayıp zor duruma sokmak için fırsat ararlar. Dikkat et, bu solcular her ortamda az para ödemek isterler. Paraları azdır, paylaşımı savunurlar, ama tam tersini yaparlar. Hesap gelince çişe giderler. O bizim yoldaşımız, bizden de bu kadar almaz derler. Yine de, o sıra çişe giderler. Güzel bir kız görünce, bu hayata daha hakim olduklarını, kendilerinin hakkı olduğunu düşünürler. Hep bir ispat çabası içindedirler. Sorgularlar, bir çözüm ararlar, insanlığın kurtuluşunu hesaplarlar ama, hep kendi yararlarına olanı yaparlar. Ağızlarının çok laf yaptığını sanırlar, bu sayede ortamdan sıkılınca uzarlar. Kendilerini hep haklı görürler. En önemli özellikleri ise asla dinlemezler. Karşıdakini hemen kalıba sokarlar. Ne söylersen söyle, boşadır. Onların yaptığı çıkarım, onların hayat görüşü, felsefeleri hep en doğrudur. Değişimden korkarlar. Hapsoldukları kalede güvende hissederler. Konuşturmazlar. Hiçbir zaman konuşturmazlar. Hep ben konuşayım isterler."
"Peki ya sağcılar?"dedi çocuk.
"Hayatım boyunca sağcılardan da hep nefret ettim. Gördüğüm en cahil, en kapalı, en köktenci, en muhafazakar insanlar onlar. Bir kez bile kontrol edemediğimiz ülkeyi, bayrağı, dili, dini, geçmişi savunurlar. Aksini söyleyeni, gözünü kırpmadan vururlar. Vicdansızlardır. Çok düşünmezler, çünkü bu daha önce yapmaya alışık oldukları bir eylem değildir. Düşünenden korkarlar. Hayatları boyunca hep kolayı elde ettiklerinden uğraşımı ve emeği hiçe sayarlar. Kendilerinin yerine en yakınları gelsin isterler. Dünyanın en büyük yanlışı, onlardan biri yaptığından dünyanın en büyük doğrusu olur çoğu zaman. Kalabalıktan güç alırlar. Silah taşırlar. Sembollerini ezdirmezler. Darbecidirler. Kontrol manyağıdırlar. Saçma sapan argümanlara sahiptirler. İstedikleri olsun isterler. Geçinilmesi zor tiplerdir. Seni yıldırırlar. Onlara katlanabilmek için seni, kulaklarını tıkamaya iterler. Bağırarak haklı olacaklarını sanırlar. Sağır edene kadar bağırırlar."
Sözlerim bittiğinde nefes nefese kalmış bir şekilde sadece yola bakıyordum. Yanımdaki çocuk ise gözlerini bana dikmişti. Bir dal sigara istedi. Çalan şarkıyı başa aldı. Rahatlamış gözüküyordu. Kendi arabasındaymış gibi davranmaya başlamıştı. Söylediklerimden yola çıkarak benle bir kader birliği yapmış olabilirdi. Söylediklerimden yola çıkarak bu adam sigarasız çekilmez demiş de olabilirdi. Derin bir fırt çekti. Ellerini arabanın ön konsoluna doğru koydu. "Siyaset..." dedi.
"Bu ülkede siyaset bir insanın elleri gibidir. Ya sağdır, ya da sol. Ortası yoktur. Bazen alternatif dersin, bazen başka bir yol, ama kabul etmezler. Solcu değilsen sağcısındır, sağcı değilsen solcu. Tarafsındır, ya da bertaraf. Seçeneğiniz yok gibi duruyor. Buna rağmen, yine de bir yönü seçecek durumunda olmanız büyük ironi gerçekten de, bayım."
Bana üstüne basa basa bayım demesine takılmıştım doğrusu. Ama söyledikleri, yıllardır düşünüyor olmama rağmen ilk defa duyuyormuşçasına mantıklı gelmişti. Konuşmamızın ardından uzun bir sessizlik oldu arabada. Yol olmaya devam ediyordum ve nereye sapacağım umurumda değildi artık. Çünkü ben ne kulağımla duyuyordum, ne de ağzımla konuşuyordum. O an fark ettim ki, üzerinde ilerlediğim yolu da bir yere varmak için değil, kaçmak için kullanıyordum. İşlevsellikleri, araçları, amaçları birbirine katmakta üstüme yoktu. Ben, nereye saparsam sapayım yine aynı bendim.