Henüz dört yaşındaydım ki, beraber oyun oynadığım arkadaşım elimdeki 1 lirayı çok aç olduğunu söyleyerek istedi. Marketten aldıklarını yedikten sonra tok karnına maç yaptık.Yaptığım müdahale sonucu yere düştüğü sırada cebinden 5 lira fırladı. Yıllar oldu, para lafı geçtiğinde hala daha suratıma bakamaz.
İlk okula başladığımda hayattaki en önemli şeyin okumak ve öğrenmek olduğunu söyledi öğretmenimiz. Öğrenmeye olan alışkanlığım yüzünden az önce Einstein'ın terapistini okudum. Öğrenmeye çok ilgili olanların mutlu olmalarının zor olduğunu söylemiş zamanında. Sonuç olarak, ya öğretmenim ya da terapist fena halde yanılıyor. Yani yalan söylüyor. Yalan atmanın yeni versiyonu yanılmak...
İlerleyen dönemlerde sevgiye dair hislerim kabardı. Gidip beğendim kıza bunu direkt olarak söyledim. Karşılık olarak, 'ben de seni..' dedi. Meğer cümleyi üç nokta halinde bırakması, benim kafamda tamamladığım şekilde değilmiş. Bunu, ertesi gün başkası ile el ele görünce fark edebildim.
Orta okul yıllarımda hasta olduğum için birtakım dersleri kaçırmış ve dolayısı ile ismini dahi hatırlamadığım bir sınav için yeterli derecede hazırlanamamıştım. Arkadaşımdan çalışma notu istediğimde ise kendisinde de olmadığını söylemişti. O sınavdan 100 aldı, sonrasında da notları parayla sattığı ortaya çıktı. Her şeyin bir fiyatı vardı. Ve alıcısı ile satısıcı...
Lise zamanları Fenerbahçe'nin neredeyse her maçını izliyor, takıma kendimce destek veriyordum. Aziz Yıldırım sürekli olarak şampiyonluk sözü veriyordu. Hem de her sene... İnanıyorduk. Maalesef ki başkanın yaptığı hesap, bugün geldiğimiz noktada pek tutmadı.
Oy verecek yaşa geldiğimde azınlığı düşünen, haksızlığa uğrayanların yanında olacağını söyleyen partiye oy verdim. Meğer onların da samimiyeti oyu alana kadarmış. Vaat ettiklerinin hiçbirini yapmadıkları gibi, vaat ettiklerinin tam tersini yaptılar.
Üniversiteye girdiğimiz sırada bütün bölümü toplayıp geleceğimizin çok parlak olduğundan bahsettiler. Belli ki bilgili kişilerdi. Şu an o akademisyenlerin birçoğu imzaladıkları bildiri sebebi ile mesleklerini yapamama korkusu yaşıyor. Gelecek sanıldığı gibi pek de parlak değilmiş. Ayrıca, mezun olanların da hayatlarından çok memnun olduğunu söyleyemem.
İş ortamında veya sokakta rastlaşıp 'umarım senin için en iyisi olur' diyen insanların birçoğu gıyabımda yaşantımı hedef alarak türlü söylemlerde bulunuyor. Duyduklarım çoğu zaman hiç hoşuma gitmiyor. Neden böyle yapıyorsunuz dediğimde ise, biz öyle bir şey demedik diyorlar.
Çok da uzak olmayan bir zaman sonra 30 yaşına basacağım. Neredeyse her kesimden her çeşit yalana şahit oldum. Şahit olduklarım yalanın nasıl atılacağı konusunda beni epey bir ustalaştırdı. Bugünlerde, tıpkı diğer insanlar gibi en büyük yalanları hep kendime atıyorum. Etrafa attığım yalanlara rağmen vicdanımı rahatlatıp, kendime, kendimin iyi insan olduğu öğüdünü veriyorum mesela. Büyük bir hünerle yediriyorum. Bir süre sonra yine yalan atıyorum ve bu hesaplaşma yeniden başlıyor. Dikkat ettiyseniz, yalan atıyor olmamı bile bu yaşıma kadar maruz kaldığım yalanlara bağladım. Söylediklerimle karşıdakinin hayatına etki edecek şiddette bir yalan attığımı düşünmüyorum ama, gerçekten öyle mi, bilmiyorum. Ne doğru bilmiyorum. Ne yalan, çok iyi biliyorum. Kendilerine yalan atmayan insanların mutsuzluğunu görüyorum. Mutlu gözükenlerin, hala daha yalan attıklarını kendilerine itiraf edecek güçte olmadığı biliyorum. Dünyanın yalan olduğunu biliyorum. Hayatların da... Fakat gerçekle kurulmuş ilişkilerin ve bu ilişkileri yaşayan insanların hayatlarının yalanlardan en uzakta olduğunu da biliyorum.
Biramı bitirip şişeyi kaldırım kenarına koyuyorum. Hızla koşan çocuğu kolundan tutup, çeviriyorum. Tıpkı, Çavdar Tarlasındaki Çocuklar kitabındaki gibi. Bak evlat diyorum, bana iyi bak. Dinlemene gerek yok, sadece bak: "Yalandan uzak kalma, ama gerçeğin de dibinden ayrılma. Bir şey iyi olmayabilir, ama hiç değilse kötü olmasın".
Çok da uzak olmayan bir zaman sonra 30 yaşına basacağım. Neredeyse her kesimden her çeşit yalana şahit oldum. Şahit olduklarım yalanın nasıl atılacağı konusunda beni epey bir ustalaştırdı. Bugünlerde, tıpkı diğer insanlar gibi en büyük yalanları hep kendime atıyorum. Etrafa attığım yalanlara rağmen vicdanımı rahatlatıp, kendime, kendimin iyi insan olduğu öğüdünü veriyorum mesela. Büyük bir hünerle yediriyorum. Bir süre sonra yine yalan atıyorum ve bu hesaplaşma yeniden başlıyor. Dikkat ettiyseniz, yalan atıyor olmamı bile bu yaşıma kadar maruz kaldığım yalanlara bağladım. Söylediklerimle karşıdakinin hayatına etki edecek şiddette bir yalan attığımı düşünmüyorum ama, gerçekten öyle mi, bilmiyorum. Ne doğru bilmiyorum. Ne yalan, çok iyi biliyorum. Kendilerine yalan atmayan insanların mutsuzluğunu görüyorum. Mutlu gözükenlerin, hala daha yalan attıklarını kendilerine itiraf edecek güçte olmadığı biliyorum. Dünyanın yalan olduğunu biliyorum. Hayatların da... Fakat gerçekle kurulmuş ilişkilerin ve bu ilişkileri yaşayan insanların hayatlarının yalanlardan en uzakta olduğunu da biliyorum.
Biramı bitirip şişeyi kaldırım kenarına koyuyorum. Hızla koşan çocuğu kolundan tutup, çeviriyorum. Tıpkı, Çavdar Tarlasındaki Çocuklar kitabındaki gibi. Bak evlat diyorum, bana iyi bak. Dinlemene gerek yok, sadece bak: "Yalandan uzak kalma, ama gerçeğin de dibinden ayrılma. Bir şey iyi olmayabilir, ama hiç değilse kötü olmasın".