Kadir
Can Türkoğlu
Selamın Aleyküm,
Son 20 yıldaki en iyi rock albümlerin; yani üretilmiş,
satılmış, çalınmış, söylenmiş ve dinlenmiş çalışmaların bize en dokunanı, deli
coşturanı, acayip eğlendireni bazen de fena ağlatanı olan beş tanesini kardeş
sevdasıyla paylaşmak için buradayız.Müziğe daha doğrusu müzik dinlemeye
Fethiye-İzmir arası bayram seyahatlerinde (360km) şefimiz (orkestrayla alakası
yok), şoförümüz, biricik babamızın özgün müzik ve türkü sevdasıyla Ruhi Su,
Neşet Ertaş, Musa Eroğlu, Arif Sağ, Zülfü Livaneli (Türkçe top5) ile dağların
arasında kıvrımlı yollarda, inişlerde çıkışlarda başladık. O yıllarda ve
günümüzde, hala daha bu halk ozanlarının şarkılarını ezbere söyleyebiliyor
olmamız, uzun yolculuklarda geriye - ileriye sardırılamayan, ve bir albümü 5
tur, 10 tur attıran eski araba teypleri düşünüldüğünde, çok da abartılacak bir
olay değil; ama gerçekten de bir kaseti alıp, diğerini takmanın 8 yaşında bir
çocuğa çok meşakkatli geldiği yolculukların sonu bulmaz anlarıydı bizler için o
zamanlar.
Yabancı dilde müzik dinlemeye çocukluğumun katili, bütün
piçliklerimin elebaşı, haylazlık ve çor ortağım sayesinde Metallica’dan One ile
çoktan sağlam ve iyi bir giriş yapmıştık. Bilye ve taso işleri çoktan bitmiş,
ortaokul yılları Sepultura - Roots’lar , Iron Maiden - Fear of the Dark’lar ve
daha nice benzerleriyle başlamıştı bile. O dönemleri ağır reefler ile fantastik
davullar ve gırtlak yırtan vokallerle geçiren bir bireyin, biraz sakinleşme,
belki de ses kısma isteğiydi lise ile birlikte grunge müziğe Kurt Cobain ve bir
numaralı hasmı Eddie Wedder’la geçiş yapmak. Buna ne kadar
sakinleşmek, ne kadar ses kısmak dersiniz bilmem ama; ergenlikle birlikte
İngilizceyi yeni yeni çözmüş palelerin kendini bulma, benliğini ifade etme
biçimiydi grunge bizim için. Hava kararınca top oynamaktan eve suçluluk
hissiyle dönüp, şebeke suyunun musluğa dayanıp, ağızdan içildiği bir
dönemdi In Utero’nun ve No Code’un hayatımıza girmesi. Serve the Servant’la ebeveyninin
kavgalarına “that legendary divorce is such a bore” nidaları, Radio Friendly
Unit Shifter’la “What’s wrong with me?” ergen tripleri ve very ape’de ki
“out of the ground… in to the sky… in to the sky… out of the ground…”
nakaratları bizi Kurt’le tel kopartıp gitar parçalatırken, Eddie’nin
Sometimes girişi, Who you are gelişmesi ve Smile sonucuyla bizi ağrı
kesicisi kaba etinden vurulmuş rüyalara dalmış çocuklar haline getirir
nitelikteydi. Bir walkmani 3-5 dostla paylaşıp, pil tüketimine doyamadığımız zamanlarla
da Thom Yorke, “Ok Computer” ile girmişti kulaklarımıza, ve biz Kolomb’un
tersine bir keşifle haritada Amerika’dan İngiltere’ye geçiş yapmanın farkında
bile olmadan çoktan aşina olmuştuk Paranoid Android’e, Karma Police’e ve
Lucky’ye; efsane Creep ile tanıştığımız sayko bakış bu adam, bu albümle daha
lisedeyken bize melankolinin ön lisansını yaptırmıştı bile; ama mutluyduk
-melankolik bir mutluluk hali: şarabın midedeki fermantasyonuyla kılcalların
daralıp beyne oksijenin az gitmesi gibi bir durum işte. Rotringlerin akisine
köşegen kurşun kalemleri severek ve ısrarla kullanan ve o kalemleri
derslerde deli gibi çevirip bantları geri sarmaktan hiç vazgeçemeyeceğini
sanan neslin, o ortası delik parlak yuvarlak ile garip buluşmasıyla,
CD’ye çoktan satmıştık kaseti. Bu o kadar sancılı ve depresif bir geçiş değildi
bizim için ve ilerleyen günlerde hepimizin odasında ki sehpasının üstünü iyi
kötü CD çalarlı bir teyp ya da çantasında cd-walkmanin yerini alması çok
sürmemişti. O esnada Coldplay-Parahutes’leri ile Ölüdeniz’e iniş yaptı ve eş
zamanlı çıkarıldığı ülke ve dahası dünya ile birlikte aynı zamanda Don’t Panic,
Yellow ve Trouble’ı dinleme şansı bulmuştuk. Şanslı, şaşkın ve şebek gibi
hissederken kendimizi, deli gibi cd paylaşımları, repeat ve random tuşlarına
vazgeçilmez sevdamız başlamıştı. “Look up the stars look out shine for
you” diyerek parkta sarhoş olup sabahlamaların önünü alamazken, Starsailor’dan
Love is here girdi hayatımıza, Poor misguided fool ve Alcoholic ile. Gecenin
sonunda biz çoktan etrafımızı göremeyecek kadar aşık ve eve dönemeyecek kadar
sarhoştuk o Maliye Parkın’da.
Son 20 yıl ile sınırlandırdığımız için
Nirvana-Nevermind olmak üzere daha nice sevdiğimiz gurubun bu listeye girememiş
olması üzücü olsa da, 90’larda aldığımız ve bütün lise yıllarımızı geçirdiğimiz
o efsane teybin şimdilerde ebeveynlerim tarafından evdeki para ve ziynet eşya
saklanan çakma bir çelik kasaya dönüşmesi ve sadece hırsızlar için hedef
saptırmak amacıyla gerçek çelik kasanın yanında kullanılması benim için daha
üzücü. Bir aforizmayla tüm sevdiklerime müziğin hayatımızdaki yerini ve önemini
belirtmeyi çok isterdim, ama bunu zaten SEZEN CUMHUR ÖNAL yıllarca yaptı ve
bize hiç gerek kalmadı, kalmayacak da… Müzik hep sizinle olsun,
“lek!”
Nice 20 yıllara …
KissMissPeace
---
Bora Türkoğlu
Bora Türkoğlu
Hayat, “Bir Çeşit
Komik Hikaye” tadında devam ediyor. Ve tıpkı o filmde olduğu gibi, “Müziği
sever misiniz?” diye soranlara her seferinde “Nefes almayı sever misiniz?”
cevabını verip, yanıtı kendisinde aramaya itiyoruz...
“En iyi” listesi
yapmak zordur. Çünkü, belirli bir yaş diliminde sahip olduğun karakter, sana o
zamanın “en iyi”si gibi gelirken, yıllar sonra değişime uğrayan hayat görüşün,
geride bıraktıkların hakkında “o kadar da iyi değilmiş” dedirtir. En azından
dedirtebilir. Ama şu ihtimal de her zaman vardır; eskiden iyi olanlar ve hala
iyiliğini koruyanlar...
Eksen’de seçtiğim “En
iyi 5 albüm” de, son söylediğim ihtimali hissetmem kaynaklı. Hepsinin bir
çağrıştırdığı, ayrı ayrı anısı var. Birinci sıradaki Nirvana, henüz mevcut bir
müzik zevki oturtacak yaş sınırında değilken, benden yılca büyük biraderlerimin
açtığı şarkıların kulağımda bıraktığı izler sayesinde örneğin. Nirvana
şarkılarının ismini dahi bilmiyorken, hepsine mırıldanarak eşlik edebilecek
kapasitedeydim o zamanlar. İkinci sıradaki Radiohead yıllarımda, biraz daha
akil düşünebiliyordum. Zaten daha sonra anladım ki; OK Computer, bilgisayar
çağında bize sunulmuş seçeneksizliğin seçeneği imiş. Coldplay ve Muse için de
kendimce sebeplerim var. İnsan dediğin her şeyi belirli bir nedenselliğe
dayandırmıyor mu zaten...
Seçimlerdeki “Son 20
Yıl” filtrelemesi iyi olmamış. Pearl Jam’in Ten albümünü herhangi bir
sıralamadan azade edemem mesela. Kaldı ki, tüm bu seçilen 5’li ile
karşılaştırdığımda, Pink Floyd, Rolling Stones, The Doors, Dire Straits gibi
grupları daha çok dinliyorum.
Subjektif bakış
açılarına göre her “altın çağ”ın farklı, daha doğrusu bir önceki zaman
diliminde yaşandığı vurgulanır Midnight in Paris'te. Eskiyi yüceltmek; insanın
şimdiki zamanda yaşadığı sıkkınlık ve mutsuzluktan kaynaklanabilen gayet makul
bir davranıştır. Bu algı, kişileri, geçmişin daha güzel olduğu yanılgısına
sokuyor olabilir. Belki yanılgı bile değildir, kim bilir? Filmdeki gibi,
köşe başındaki o siyah Peugoet’ya binip, geçmişin sürrealistliğinde gezinmek
herkesin, bir kez de olsa iç geçirdiği bir mevzu. Son 20 yıl değil, en azından
bi 50 yıl lazım bana.
Her fırsatta müzik
dinleme şansına sahip bir toplum var. O müziği dış dünyadaki yaşanan
çirkinliklerden soyutlanmak için dinleyen bir başka toplum daha var. Kulaklık,
gerçekten müzik dinlemek istediğimiz için mi, dolmuşta arka tarafımızda oturan
çiftin sohbetin kaçmak için mi? İkisi de değil; cevap, nefes almak içindi. Ve
evet, kısa süreliğine de olsa siyah peugoet fena olmazdı, bir arkadaşa bakıp
çıkardık hiç olmazsa...
---
Fikret Elgün
Grunge müzik yapan
gruplar arasında, enstrümantal açıdan en farklı ve en ilgi çekici bulduğum
grubun en ünlü albümü. Çok fazla ‘’Black Hole Sun’’ odaklı bir albüm olarak
pazarlanmış olmasına rağmen, albüm dahilindeki tüm şarkıların benim için
‘’hit’’ olarak görülebileceği; yine kendi adıma, Chris Cornell dışında hiçbir
vokalistin bu şarkıları söylemeye cesaret edemeyeceğini düşündüğüm, en
etkileyici albümlerden biri.
Coldplay – Parachutes
Yıllar geçtikçe daha
sakin, yabancıların deyimiyle ‘’soft’’ bir müzik zevkine geçişimdeki en temel
grubun, en etkili albümü. İlk çıktıkları zaman ve onu takip eden uzun bir süre
hiç hoşlanmadığım, adamakıllı dinleme özenini bile göstermediğim, bu denli
soğuk olduğum grubun; hayatımda şu an işgal ettiği yere bakınca hissettiğim tek
şey mutlu bir pişmanlık. Bu albümün Coldplay’in en sevdiğim albümü olmasında en
büyük payı ise ‘’Sparks, Spies, WeNeverChange’’ şarkıları bölüşüyor. Yapmış
oldukları diğer albümlere de büyük bir saygı ve sevgi beslesem de; her
defasında, merak edip ilk dinlediğim anki etkiyi şu anda da yaratan şarkılara
sahip olması sebebiyle bu albümü çok daha farklı bir yere koyuyorum.
Nirvana – Unplugged
in New York
Grunge müziğin öncü
grupları arasında en az fikir sahibi olduğum grup olması sebebiyle, stüdyo
kaydı olan albümleri arasından bir seçimde bulunamıyorum. Akustik bir konser
kaydı olması, daha doğrusu en çok keyif aldığım ‘’canlı müzik’’ olayının albüm
haline getirilmesi bu albümü seçmemde en büyük etken olsa da; hiçbir albümünü
tamamen dinlemişliğim olmayan bu grubun, tüm albümlerinden şarkılarının yer
aldığı bir derleme mahiyetinde olması da bu sıraya koymamda önemli
faktörlerden biri. Bu albümde en beğenerek dinlediğim şarkıları ise ‘’Lake Of
Fire, PennyroyalTea, Where Did You Sleep Last Night’’ olarak sıraya
koyabilirim.
Tool – Lateralus
Benim gözümde, aksak
ritim ve bas gitarın daha güzel bir tını yaratma ihtimalini, kendi üretecekleri
yeni eserler dışında ortadan kaldıran gruptur. İlk 5 sıralamamda diğer gruplar
arasında müzikal açıdan her türlü bağ bulunurken; bu grup ve bu albüm onlardan
tamamen bağımsız bir yapıya sahiptir. En sevdiğim grup olmamalarına karşın;
rahatlıkla dinlediğim en yaratıcı grup diyebilirim. Aksak ritim ve bas gitardan
bahsetmişken, grubun bu denli etkileyici olmasının en büyük etkeni olan
‘’Maynard James Keenan’’ ı es geçmek olmaz. Sadece müzikal açıdan yaratıcılığın
ötesine geçmekle kalmayıp, şarkı sözü olarak da çok etkileyici sözler
yazmıştır. Gruptan bahsederken, kullanabileceğim iki tane kelime var.
‘’Farklılık’’ ve ‘’Yaratıcılık’’. Çünkü az önce bahsettiğim güfte ve
müziğin yaratıcılığından da öte, grubun klipleri ve konser performansları da
izlediğim en marjinal, en fazla kafa yorulmuş, emek verilmiş, farklılık
yaratmış görüntülerdir. Listede ‘’Undertow’’albümü ve en beğendiğim albümü
olan‘’Ænima’’ albümü bulunmadığı için sıralamaya sokamıyorum. ‘’Lateralus’’
albümüne, bünyesinde çok sevdiğim şarkıları barındırması sebebiyle, ilk 5
sıralamamda yer veriyorum. Bu albümde bulunan en sevdiğim şarkılar ise:
‘’Parabola, ThePatient, Schism, Lateralus, The Grudge’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder