18 Aralık 2024 Çarşamba

Türkiye'nin En Lezzetli Zeytinyağını Nasıl Ürettik?

Başlığın ne kadar iddialı olduğunun farkındayım. Ve evet, irrite edici bir tarafı olduğunu da biliyorum. Ama... 

Bugüne kadar, yani bu yaşıma gelinceye dek, ortağı veya icra edeni olduğum hiçbir konuda veya alanda (okul, spor, iş vs.) böylesine bir cümle kurmadım. Bir kere en başta, küçük yaştan itibaren bu tarz cümleler kurmamak üzerine ailemiz tarafınan sürekli olarak tembih edildik. Mütevazılık ve tevazu nedense en önemli ilkeler olarak dikte edildi. Oysa ne zaman mütevazı olup, tevazu göstersek karşılığında sıklıkla saygısızlık gördük. Zarif davrandığımız her an zayıf sanıldık. Yine de küstahlık gibi algılanmaktan uzak durmak ve sırf bu karşı tarafa benzememek mevzusu yüzünden iddialı cümlelerden kaçındık. Kısacası; kişilik, aile/okul eğitimi ve ait olduğumuz sosyal çevremiz, bugüne dek bu tarz iddalı lafları sarf etmemize bir şekilde ket vurdu. Kendi adıma diğer bir sebep ise, yine bugüne dek ortaya koyduğum hiçbir sonuç (başarı, ürün, hizmet vs.) bana Edirne sınırını aşabilecek güveni vermedi. Ne oynadığım spor, ne başarılı olduğum sınav, ne yazdığım bir yazı, ne de ürettiğim bir fikir... Hayatımda başarı olarak değerlendirebileceğim tek şey, insanlarla kurduğum ilişkiler bağıydı. Ta ki bu zeytinyağına kadar... 

Elbette ki, bana göre en iyi olan zeytinyağı, başkasına veya bilirkişilere göre en iyisi olmayabilir. Sonuçta ben de, kıyas mekanizmasına göre böyle bir yorumda bulunuyorum. Ama ben, neden en iyisi olduğumuzu açıklayabiliceğim. Aksini iddia edenden de benzerini duymak, dinlemek veya okumak isterim. 

Kusursuz bir zeytinyağı için ilk adım hammadde. Zeytinyağı için öncelikle iyi bir zeytin türüne ihtiyacınız var. Burada tüm ipler maalesef ki üreticinin elinde değil. Çünkü iklim gibi çok önemli bir kriter var ve yıllar geçtikçe durum hiç de lehimize işlemiyor. Biz yine de varsayımımızı normal şartlar altındaymışız gibi düşünerek kuralım. Gaia Pearls olarak Milas Memecik zeytini kullanıyoruz. Fabrikamızın Milas'ta olmasının yegane sebebi bu. Hiçbirimiz, yaşadığımız yerden kalkıp (ki yaşadığımız yerde de bolca zeytin var), durduk yere Milas'ta sandalyeyi kuracak kadar kafayı yemedik. Hatta haritayı biraz daha daraltıp konuşursak, Selimiye mıntıkası içerisindeyiz diyebiliriz. Milas, Selimiye ve civar köyleri tamamen zeytin ormanlarıyla çevirili. Bu ormanların neredeyse tamamı Milas Memecik varyetesi. Memecik, Coğrafi İşaret'le kendini tescillemiş, meyvemsilik bakımında medium grupta yer alan, nefaseti yüksek bir zeytin çeşidi. Türkiye'deki diğer türlerden kendini ayıran en önemli özelliği meyvemsiliği ve dayanılıklığı. Memecik'in aroma profilinde “turunçgiller, yeşil, elma ve kesilmiş çimen" gibi bileşenlerin olduğu tescillenmiştir. Bu da, onu Türkiye'de sıkça göreceğiniz Gemlik, Ayvalık ve Edremit gibi zeytin cinslerinden ayırır ve Avrupa'da önemli bir yere koyar. İkinci önemli nokta ise dayanıklılığıdır. Gemlik zeytininden üretilmiş bir zeytinyağını en iyi koşullarda dahi saklasanız ömrü bir yılı geçemez. Memecik'te ise bu süre zarfı çok daha uzundur. Bu ömrü yağa sağlayan içindeki fenolik bileşenleri (halk dilinde ağza sakız olmuş polifenol), yani aslında o yağın savaşçılarıdır. Yağ, günler geçtikçe bir tehditle karışılaştığında (ısı, ışık, oksijen) önce bu askerleri, yani fenolik bileşenleri savaşa gönderir. Dolayısıyla, dayanıklılık demek aynı zamanda fenolik bileşen bakımında da zengin, sağlığa faydası yüksek demektir. Hal böyleyken Memecik'e bir geçer not daha verebiliriz. İyi bir zeytin ağacını bulduğumuz varsayarak bir sonraki adıma geçelim.

Hasat, bir bebeği narin şekilde sevmeye benzer. Sevgini gösterirken, dozunda sarılman lazım ki meyve ve ağaç incinmesin. Bu yüzden de, en iyi hasat yöntemi el yordamıdır. Herkes bu yöntemle yaptığını söyler ama bu koca bir yalandır. Bir kişinin, elle bir günde toplayacağı zeytin miktarı kişinin hünerine bağlı olaraktan 75-100 kg arasında değişir. Dolayısıyla çoğu emekçi alet yardımı alır. Hatta İspanya'dan örnekleyelim. Sektörün öncüsü bu ülke, yıllar önce, sık dikime uygun, boyu kısa, verimi yüksek, hasadı büyük makinelerle kolay, fakat ömrü kısa olan Arbequina zeytinini ortaya çıkarır. Amaç yüksek rekoltedir. Bizde ise durum tepelerden hallicedir. Dağlarda kullanılan, nispeten düşük teknolojili el aletleri, zeytini düşürürken zeytinde darbelere sebep olur ve yaralar açar. Açılan yaralar hızla kararmaya başlar. Bu dakikadan sonra zamanla yarış başlar. Ulaşımın güç ve arazinin dik olduğu yerlerde toplanan zeytinlerin kasalara konulma ve sonrasında kasalarla fabrikalara ulaştırılma şansı neredeyse sıfırdır. Dolayısıyla herkes zeytini çuvala koyar. Hayvanlar kullanılarak veya traktörün gelebildiği yere kadar çuvallar bi şekilde taşınır. Ardından bu çuvallar fabrikaya getirilir. Zamanla yarışın başladığı diğer bir an tam olarak bu andır. Diyeceksiniz ki, bizde kaliteli ova zeytini var. Ova zeytininin; yüksek rakımdaki, güneşi ve havayı rahat alan, sadece gerektiğinde, doğal yöntemlerle sulanan bir ağaçtan daha iyi meyve verme ihtimali Fenerbahçe'nin şampiyonluk ihtimaliyle eşdeğer diyebiliriz. Dolayısıyla, bu konuyu geçiniz. Çuval diyorduk... Çuvaldaki zeytini acil olarak kasalara dökmek ve hava almasını sağlamak, daha fazla ezilmesini önlemek gerekir. Ardından elek aşamasına geçilir. Zeytinler boyutlarına göre sınıflandırılırken, aynı zamanda çalı çırpıdan kurtarılır. Boyut olarak eleğin altına düşen zeytinler, bir kenara ayrılır. Kimi gidip bu zeytinlerden de yağ yapar, kimi koyuna yem olarak saklar. Biz koyun besleyen taraftayız. Koyunların ve kuşların da zeytinlerde en az bizim kadar hakkı var diye düşünüyoruz. Boyutlarına göre sınıflandırılan ve eleği geçen zeytinler, sahnenin diğer parkuru olan seçme bandından süzülerek sıkımın başlangıç noktası olan bunker'e (zeytinlerin döküldüğü tank olarak düşünebilirsiniz) dökülür. Bu bantta yapılması gereken, çürük ve kusurlu olan zeytinleri seçip ayırmaktır. Anlaşılacağı üzere, zeytin toplandığı andan itibaren saat işlemeye başlar. Dolayısıyla hiç kimse veya fabrika, ben sabah 8 ile akşam 5 çalışırım diyemez. Zeytin işleme işi, gece işidir. Çünkü hasat hava kararıncaya dek devam eder. Gelen zeytini yukarıda saydığımız işlemlerden geçirdiğimizi hesap edersek, sıkım Eylül ayı itibariyle en erken saat 21:00'de başlar. Türkiye'de kaç fabrika gece çalışıyor derseniz, aslında cevabı (yani yalanı) biliyorsunuz demektir. Bırakın gece çalışanı, fabrikalar gündüz çalışacak insan bile bulamıyor. Biz nasıl mı yapıyoruz? Bizde dışarıdan çalışan yok; yalnızca biz varız. Haliyle kelimenin tam manasıyla butik üretim yapıyoruz. Sofrayı kuran da, yemeği pişiren de, temizliği yapan da sadece biziz. Anlattıklarımın dışına çıkan, zeytini gereğinden fazla bekleten, kasalamayan, elek altı karıştıran kim varsa, kusursuz lezzeti yakalayamaz. 

Sıra geldi sıkıma. Sıkmadan önce zeytinin sıcaklığını ölçmeniz gerekir. Biz bunun için, bunker'in tepesinde bir lazer termometre kullanıyoruz. Bunu yapmamızın sebebi, zeytini kırma işleminden önce ideal sıcaklığa yaklaştırmak. İşleme öncesi ilk olarak zeytin yıkama suyu sıcaklığını kontrol ediyor ve ayarlıyoruz. Böyle bir müdaheleyi, yeni aldığınız ithal veya yerli bir sıkım bandıyla yapamazsınız. Aldığınız ürünü, modifiye etmeniz gerekir. Bu da, bir mühendislik ve teknoloji meselesidir. Aynı zamanda ekstra maliyet... Sahip olduğumuz 'heat pump' (adından da anlaşıcağı üzere ısıtma ve soğutma pompası) sayesinde Eylül'de 35 derece gelen zeytini serinletebiliyor, Aralık'ta 5 derece gelen zeytini ısıtabiliyoruz. Tekrardan belirtmek gerekir ki, bu ısı kontrolümüzün ilk adımı. Zeytin hamuru sıcaklığına müdahale edebilmek de en az zeytin yıkama suyu sıcaklığı kadar önemli. Zeytinlerimiz, istediğimiz dereceye sahip (yıkama tankında da lazer termometremiz mevcut), temizliği dahi kontrol edilen suyla yıkandıktan sonra kırıcıya doğru yol alır. Tam bu noktada, üretim bandında bulunan bir eklememiz daha var. Kırıcı öncesi kurduğumuz 'blower' (hava üfleyici) sayesinde zeytin olabildiğince yıkama suyundan arındırılıyor. Bir nevi, kuvvetli bir üfleyici vasıtasıyla kurutuluyor. Normal bir kontinü sistemde böyle bir teknoloji göremezsiniz. Çünkü bu da, bir detay, mühendislik ve aynı zamanda maliyet meselesidir. Zeytinler kırıldıktan sonra hamur haline gelir ve malaksöre (hamur yoğurma makinası gelsin aklınıza), yoğrulmak üzere gönderilir. Malaksasyön, zeytinyağının kalitesine hükmedeceğiniz en önemli noktadır. Operatörün, tıpkı kusursuz bir menü hazırlayan şef gibi, zeytin hamurunu gözlemleyip zeytin hamuru sıcaklığı ve yoğrulma zamanını ayarlaması gerekir. Gözlemlemek elbette ki tek başına yeterli bir kontrol mekanizması değildir. Yoğrulan hamurun sıcaklığına müdahale edebilmeniz gerekir. Biz, heat pump sayesinde, malaksörü çevreleyen cebi istediğimiz şekilde soğutup, ısıtabiliyoruz. Hiçbir şekilde, zeytin hamuruna su veya sıcak su karıştırmıyoruz. Karıştıranları tasvip etmiyoruz. Karıştırmayanları ise sahneye bekliyoruz. Zamanı kontrol edebilmek adına malaksörlerin dolum (genelde tam dolum yapmayız), yoğurma ve boşaltım sürelerini her seferinde not ediyor, bir sonraki hamlemizin hesabını yapıyoruz. Hamur istenilen kıvama geldiğinde sıra ayrıştırma işlemine gelir ve dekantöre (yağı, karasuyu ve pirinayı ayrıştıran safha) gönderilir. Dekantörümüzdeki yağ çıkış borusunun ağzında su musluğu yok. Separatörümüz de yok. Tüm bunlara rağmen, tanka akan zeytinyağı neredeyse şişelemeye hazır bir nihai ürün gibi berrak. Zeytinyağının tam çıkış noktasında bir ısı termometremiz daha var (tüm üretim hattında altı/6 farklı noktada mevcut). Böylece, soğuk sıkım yöntemiyle yaptığımızı iddia ettiğimiz sürecin girdiği ve çıktığı tüm noktalarında 24-27 arası derece sıcaklığı görüyor, kontrol ediyor ve kaydediyoruz. Tüm bunları yapabilmek için ithal ettiğimiz makine ve ekipmanın tüm elektrik aksamını ve yazılımını sıfırlayıp kendi yazılım programımızı yükledik. Yapabilen varsa yine sahneye bekleriz. 

Artık ortada bir ürün var. Çıkan ürün hızlı bir şekilde tanka alınır. Ama bu tank, nihai ürünü depoladığımız tank değil. Maalesef fazla detay veremiyorum, çünkü bu sekansta taklit edilmek istemiyoruz. Geçiş tankında zeytinyağımız kısa bir süre bekler. Buraya bir virgül koyalım. Çünkü neredeyse üretim kadar önemli bir aşama bizi bekliyor: Temizlik... Zeytin işleme süreci sonrası, yani her üretim sonu, makinaların demonte kısımlarını söküp hiçbir iz kalmayıncaya kadar yıkamanız, tıpkı ilk günkü gibi hazır etmeniz gerekir. Kusurlu olmayan bir yağ için, yıkama tankı, kırıcı, malaksör ve dekantörü amiyane tabirle yalayıp yıkamanız şarttır. Çok sefer, bu temizleme işini başkasının yaptığını hayal edip, hayal kırıklığına uğradım. Zira temizlik kavramı oldukça göreceli bir kavram. Birine göre temiz olan, diğerine göre pis olabiliyor. Üzülerek söylüyorum ki, biz, bir temizlik hastasıyız. Kendi adıma, hep bu obsesyonu yenmek için telkinde bulundum. Kısmen körelttim, ama hiçbir zaman rahatlayamadım. Aviatör filmde 'Karantina' diye sayıklayarak elini yıkayan Leonardo Di Caprio olmamak için çok çaba sarf ettim. Hala daha da ediyorum. Neyse ki, durumum o kadar da vahim değil. Ama yine de, makinaların canına okuyoruz. Asla ve asla kostik kullanmıyoruz (genelde sektör kullanır). Kimsenin emeğine gölge düşürmek istemem ama, böylesi bir temizliğin her seferinde ama her seferinde ortalama bir ücret verdiğin çalışanla halledilme şansı, epey düşük. Yapanları da saygıyla selamlıyoruz. Zeytinyağımız gerektiği kadar geçiş tankında bekledi. Posasını ve suyunu belirli aralıklarla kontrol edip, boşaltmanız icap eder. Zamanı geldiğinde de filtrelemeniz gerekir. Filtre plakalarının, en az makinalarınız kadar temiz olması lazım. Ve doğru filtre kağıdı tercih etmelisiniz. Filtrenen, cam gibi yağ, paslanmaz çelik tanklara alınır. Biz, oksijenle teması kesmek için argon gazı basıyoruz. Zeytinyağını saklama koşulları, ürettiğiniz yağın kalitesinin korunması için büyük önem taşır. Dünyanın en iyi zeytinyağını üretseniz bile düzgün saklamazsanız, özelliğini kaybeder. Ürettiğimiz tüm yağları; yedekleme klimasının bulunduğu, havalandırma sistemine sahip ve 15-18 derecede sabitlenmiş depomuzdaki ısı, ışık ve oksijenden arındırılmış, paslanmaz tankları kullanarak garanti altına alıyoruz. 

Ve karşınızda, kusuru olmayan, lezzet profili çok yüksek bir natürel sızma zeytinyağı...
 
Kısa cümlelerle, anlaşılabilir şekilde, dilim döndüğünce tüm süreci anlatmaya çalıştım. Toplama, eleme, tasnif etme, doldurma, yıkama, filtreme, depolama ve şişeleme süreçlerinin hepsinde bilfiil çalışan biri olarak bugüne kadar yediğim tüm yağları büyük bir soru işaretiyle zihnimden istifra ettim. Diğer fabrikalarda gördüğüm manzaralar ve şahit olduğum özensizlik sektörde ne denli bir manipülasyonun döndüğünü idrak etmemi sağladı.Yine de, iyi niyet karinesi çerçevesinde, ortada çok büyük bir emeğin olduğu sektörün her seferinde en iyisini üretmek için yola çıktığına inanmak istiyorum. Aksi, büyük saygısızlık olur. Fakat en başta söylediğimin arkasındayım, en lezzetli yağı biz üretiyoruz. Nedenini anlattım. Bizimki gibi bir yağı, herhangi bir zeytinle yapamazsın. Başkasının fabrikasında veya yağhanesinde sıktıramazsın. Başkasının çalışanıyla ürettiremezsin. Satın alınan, hazır şekildeki makinalarla ancak bir yere kadar getirebilirsin. Zeytinyağı üretimi, zeytinin toplanması ile başlayıp nihai ürün olarak yağın şişelenmesi ile sonuçlanan son derece basit süreçtir. Ama kusursuz zeytinyağı üretiminin sırrı ayrıntılarda gizlidir. Zor olan, kusursuz zeytinyağı üretimini basit hale getirmektir. Orada da özen, detaylar ve mühendislik devreye girer. 

Afiyetle ve güvenle tüketiniz...

Gaia Pearls mabet...

19 Eylül 2024 Perşembe

Zeytinyağı, Eurolig ve Tadım

 Avrupa'daki hatta dünyadaki zeytinyağı piyasasını İspanya belirler. Herkes onlar kadar iddialı, herkes onlar kadar yüksek fiyatlı zeytinyağı üretip satmak ister. Herkesten kasıt İtalya, Yunanistan ve Türkiye'dir. İtalya, şeklen ve muhteviyat anlamında bir o kadar iddialı olmaya çalışır ama dünya çapındaki marka sayısında İspanya'nın gerisinde kalır. Yunanistan'daki durum ise şeklen İtalya'nın gerisinde, verimlilik ve fenolik bileşenleri bakımından ilerisinde, dünyadaki bilinen marka sayısı anlamında da İtalya'yla yarışır haldedir. Bazı ürünleri vardır ki, gerçek anlamda ilaç niyetine tüketilir, ama ateş pahasıdır. Amiyane tabirle, bir vuruşta oturtur. Kültürün ve bilimin yüzyıllardır güneş gibi tepede durduğu topraklardan da başkası beklenemez zaten. İnişler, çıkışlar gösterir ama her zaman Avrupa'ya ben burdayım dedirtir. Türkiye'deki vaziyet Türkiye'yi nasıl biliyorsanız öyledir. Yarışmaya göndermek için 1-2 sene çok iyi yağ üretilir. Sonra o ödülün ekmeğini yemek için takip eden yıllarda rezalet bir yağ üretilir. Üreticiler ürününe katma değer katacağına, ağaç sayısını artırarak işin hamallığını kendine kar sayar. Dökme yağı İspanya, İtalya ve Yunanistan'a satar, sattığına üzülür, sonra onların ambalajında aynı yağı beş katına geri alır. Kültürün ve bilimin olmadığı yerde, başkası da beklenemez zaten.

Zeytinyağı Avrupa'da ne ise, basketbol da Avrupa'da odur. Evvela Eurolig'in merkezi İspanya'dır. Kulüpler bazında Real Madrid çıtayı hep en yukarı koyar. Barça, rekabetten nasibini almak ister ama genellikle hezimete uğrar. İspanya ligi, Avrupa'nın en gözde ligidir. İspanyol basketboluna dair Eurocup ve milli takımlar başarıları dahil daha birçok parametre sunmak mümkün. Topun büyük bir kitleye hitap ettiği Atina'da da işler fazlasıyla yolunda. Basketbol seyircisi ilaç niyetine kombine şeklindeki grip aşılarını vurmuş, kışı rahat geçirme derdinde. Tartışmasız bir gerçek var ki, Panathinaikos ve Olympiakos, gerçek birer basketbol ekolü. Özellikle geçen seneki Pao - Oly rekabeti, iki takımı da daha iştahlı ve verimli bir hale getirdi. Avrupa basketbolu sevdalısı olarak bizler de, bu iki takımı, çok iyi bir zeytinyağını tadacakmışız gibi ağzı sulanmış bir şekilde bekliyoruz. Bütçe ve kadro derinliği anlamında her sene zirve yapan İspanya'ya, yani Real Madrid'e bir tokat daha gelmesi bu sene oldukça olası. İtalya, şeklen ve bazı değerler anlamında bir altın madeni. Ama sadece o kadar. Milano'nun formaları her zamanki gibi şekil. Takımda Mirotic gibi tek başına sezonda 6-7 maç alacak bir cevher var. Fakat dediğimiz gibi, sezon bir maraton ve İtalyanlar uzun süre koşmayı pek sevmez. Yıldızın parladığı anlardan keyif alırlar ve hayatlarına devam ederler. Kızamayız, bu da bir yaşantı şeklidir nihayetinde. Denizin diğer bir ucunda olan bizler, fotoğrafa kafamıza sokmaya çalışıyoruz. Bu sene ağaç sayısını artırdığımız gibi takım kadrolarını da şişirdik de şişirdik. Yolladığımız oyuncular, Girit'te belli etti ki (Dorsey ve Moses örnek verilebilir) sezon boyunca bizleri yine pişman edecek. Fenerbahçe de, Anadolu Efes de, hala daha kazandığı Eurolig şampiyonluğunun hülyasını yaşıyor. Özellikle Fenerbahçe, gerçeklikten çok uzakta. O ödül bir kere kazanıldı ve tekrar kazanılmak için yine en iyi yağı üretmen gerekiyor. Aksi takdirde sattığın, bir çeşit hayal oluyor. Zaten tadan da, gerçeği kısa sürede anlıyor.

Sezona az kaldı. Hasat zamanı geldi, Eurolig'in de eli kulağında. Ekmekleri hazırladık, banmayı bekliyoruz. Yukarıda yapabildiğimiz şayet bir analojiye ise, Girit ve Güney Kıbrıs maçları çerçevesinde bir tadım yapabiliriz. Olympiakos ile başlayalım... 

Uzunlar: Heybetli ağaçlar

Vezenkov tıpkı bir zamanların Nemanja Bjelica'sı gibi, profesör rolünde. Takımın aort damarı. İçeride de dışarıda da onu besleyecek oldukça fazla isim var. Sırtı dönük, yüzü dönük her türlü varyeteye giriyor. Tahtaya ilk onun adı yazılır. Alec Peters, geçen sene kaldığı yerden devam ediyor. Sahada olduğu sürece maksimum verim, süper bir şut performansı. Adam resmen seviye atladı. Moses Wright, kırk yıllık Eurolig oyuncusu gibi oynuyor. İnanılmaz iştahlı. Koşuyor, zıplıyor, bitiriyor. Ribaundda ve savunmada biraz problemli gözüktü ama onun bu iki açığını Fall ve Milutinov'la (eğer sağlıklı olursa) kapamak mümkün. Gerçekten kağıt üstünde olağanüstü bir uzun rotasyonu mevcut. Her profilden, her türlü oyuna adapte edilecek şekilde oyuncu var. Düşünün, daha Petrusev'e sıra gelmedi. Tüm bu uzunların en önemli artısı ise, hareketli oyunda birer pas opsiyonu olarak değerlendirilebilmeleri. Özellikle Vezenko ve Fall, boşu görme konusunda gerçek birer silah. Fournier'in hücum performansı, Vezenkov'la birlikte Oly adına ligin en önemli belirleyicisi olacak gibi gözüküyor. Geçtiğimiz sezon o tarz bir oyuncunun eksikliğini yaşadılar. Bu sene ise, Canaan'ın ayrılışından sonra hem Fournier hem de Dorsey eklemesi oldu. Guard rotasyonunda Walkup, Vildoza, Williams-Goss, Mitrou-Long ve nasıl döneceğini bilmediğimiz Keenan Evans var. Kısa savunmacası olarak Walkup dışında hiçbiri güven vermiyor ki, bu oldukça önemli bir defo. Bu noktada, özellikle switch savunmasında kısa karşısında kalacak Papanikolaou ve Vezenkov'a iş düşecek. İşin hücum tarafında her maç farklı bir skorer ön plana çıkabilir. Evans sağlıklı dönerse bambaşka bir takım olabilirler. Uzun zamandır bu kadar derin bir Eurolig takım kadrosu hatırlamıyorum.  Fall ve Milutinov ikilisinden biri sağlıklı kalır, perimetre savunmasında aksamazlarsa bana göre ligin favorisi konumundalar.

Kısalar: Atina'ya Arbequina diktiler

Arbequina cinsi zeytin ağacı bir İspanyol çeşidir. Kısa, sık dikilebilen, verimli, hasadı kolay ağaçlardır. Panathinakos'un kısalarını görünce insan kendini bir arbequina bahçesinde hissediyor. Nunn, Grant, Sloukas, Grigonsis ve Brown... İkili oyunu bu kadar iyi oynayabilen, Sloukas hariç kısalar karşısında savunmada bu kadar diri durabilecek ve yay gerisinden belirli bir yüzdeyle şut atabilecek böylesine bir kısa rotasyonu kurmak neredeyse imkansızdı, o da Ergin Ataman'a kısmet oldu. Ana parça Nunn olacak, onda hemfikiriz. Bayern maçında Brown ve Nunn çok uyumlu gözüktü. Saydığımız beş oyuncunun üçü, belki zaman zaman aynı anda sahada olabilir. Bunun kararı, biraz da  Cedi ve Papapetrou'nun performansında saklı. Ama öyle gözüküyor ki Cedi, 3 numarada 25-30 dakikaları bulacak. Pota altında Lessort'a söyleyecek yeni bir söz yok. Avrupa'nın en dominant iki uzunundan biri. Ömer Faruk da yine hazırlık maçlarında, özellikle şut departmanında olduka etkiliydi. Ama takip savunması ve spacing NBA'den halliceydi. Pao'nun tüm kısaları Ömer'i hem devrilmelerde de hem de boş kaldığı anlarda rahatça buldu. Ömer de bunları gayet iyi bitirdi. Ama Ömer'in sahada kalma süresini savunması belirler. Takımın kaderini ise sakatlıklar. Kısa anlamında hücumda ve savunmada ligin açık ara en iyi takımı. Fakat, hala bir Lessort sakatlığına alternatif üretebilecek konumda değiller. Tüm her şey rast gittiğinde Pao'yu F4'e ilk ikide yazarız. Pao, yaptığı işi en iyi yapan takım. Oly ise daha çeşitli iş yapabilecek bir takım. Kritik eşik: sağlıklı kalabilmelerinde...

Delice hasadına hoş geldiniz

Oly'nin uzun, Pao'nun da kısa rotasyonuna övgüler yağdırdık. Fenerbahçe'de ise durum tam tersi. Ne net bir 1 numara, ne de sağlam bir 5 numara var. Daha doğrusu yoktu. Birch ve Marjanovic eklemesiyle kağıt üstünde iki tane 5 numara eklemesi oldu. Lakin, ikisini toplasan bir tane ediyor mu, emin değilim. Bunu yorumlayabileceğimiz yakın geçmiş maç ritimleri bile bulunmuyor. Takım tamamen yazı tura atmış durumda. Sertaç her maça başlar, ne kadar güce yeterse o kadar oynar. Girit turnuvasındaki iki maçta da Birch, Sertaç'ın yerini aldı. Kısa süreli de olsa Melli oraya geçti. Ama takım ribaund diye resmen bağırdı. Geçtiğimiz sezon burun kıvrılan Big Papa çok kısa sürede özlenecek gibi duruyor . Bardağın dolu tarafında Hayes-Davis diye bir NBA yıldızı var. Nazar değmesin diye dua edilecek olgunlukta bir oyun sergiliyor. Post up desen var, pull up şut desen var. Zeka desen var, espri desen var; kedisi bile var ya... Colson ve Wilbekin hazırlık maçlarında sezona hazır gibiydiler. Baldwin'i için bir iki maç daha izlememiz gerekiyor. Zagars ve Hall takımın getir götürünü yapar. Ama ekstra işlere girmezlerse havluyla barışık olmaları gerekir. Bu takımda iki tane ikilinin aynı anda sahada olduğundaki etkinliği çok önemli: Hayes ile Colson ve Wilbekin ile Baldwin... Her ne kadar yan yana oynamaları ideal 5 anlamında çok uygun olmasa da Saras zorunluluktan bu ikililere dönmek mecburiyetinde kalacak diye düşünüyorum. Çünkü en başta dediğimiz gibi, senin ne 1 ne de 5 numaran var. Dolasıyla maç içerisinde birkaç farklı oyun planı göreceğiz. Başka çare yok...

Az da diğerlerine banalım

Efes'in kadro yapılanması onları F4'e yazmaya aday kılıyor fakat koçları soru işareti. Tomislav, aynı Erdem Can gibi, karar anlarında hep sınıfta kaldı. Bu takım Larkin'in takımı. Onun crunch time sekansındaki liderliği belirleyici olacak. Yine de, Fenerbahçe ve Monaco ile karşılaştırıldığında eldeki kozlar bakımından eşleşmelerde hayli avantajlı gözüküyorlar. Real'de Yabusele bana göre büyük eksik. Ligde eşleşme problemi ve sertlik yaratarak ondan beslenen nadir oyunculardandı. Real onun gidişiyle kavgada bir adam eksildi. Tabii bu F4'e yazmamak için bir bahane değil. Hala daha çok iyi bir kısa, çok iyi bir uzun rotasyonuna sahipler. Gayet iyi biliyoruz ki, yıllardır tüm takımlar, onları, underdog olmadan alt edebilecek kadronun peşindeler. Barça geçen seneye göre çok daha güçlü. Zaaflarına göre ekleme yaptılar. Punter kendi seviyesini öyle ya da böyle bulur. Şutunu yaratabilecen oyuncu deliğini kapadılar. Fall ve Metu gibi diğer yenilerin takıma uyumu sıralamalarını belirler. Kağıt üstünde hiç fena takım değiller. Partizan evinde oynadığı her maçta rakibe dayak atacak kadro kurdu. Çok fizikli ve sert bir takım. Bence özellikle iç saha maçlarında lig standardının üzerinde tempolu bir oyun oynayacaklar. Zira çok set oynamalık bir birliktelik değiller. Muhteşem bir dark horse adayı. 

Top 8'e aday takımlara baktığımızda acılık, yakıcılık ve meyvemsiliğin üst seviyede olduğu bir zetyinyağı sezonu hemen masanın üstünde bizi bekliyor. Herkese afiyet olsun.


23 Ocak 2024 Salı

Help

Huyumdur, genelde başlığı hep sona saklarım ama bu sefer peşinen yazayım dedim: Help. Çivisi çıkmış bu dünyada mücadele eden bir vatandaşın yardım çağırısı gibi geliyor kulağa ama değil; bir mekan ismiydi Help. Fethiye'de hayat bulan, ardından yer değiştiren ve sonunda kapanan. 

Patates yetiştirmekle çadır kurmak arasında gelip giden Ölüdeniz diyarında açıldı ilk olarak. Bilirsiniz, Fethiye'nin eski adlarından biridir Meğri. Ulaşılması güç, uzak, sapa yer demektir. Bu tür yerlerin kaderi Vizontele'den hallicedir. Her şey geç gelir. Bir şeyin gelmesine gerek de yoktur kimine göre. Ama tarım toplumundan turizm toplumuna geçmek istiyorsan şayet, bir şeylerin gelmesi şarttır. Eldeki kumla deniz, tepedeki güneş yeter zannedersin, ama yetmez. Diyalog kurmaktır turizm. İnsanla anlaşmaktır. Dil konuşmaktır. Bildiğin 100 kelime yetmez kendini ifade etmene veya sahip olduğun eşsiz doğayı anlatmaya. Bilişsel dağarcığını geliştirmen gerekir. Geliştirmek için okursun, gezersin, en kötü dinlersin. Bu da bir kültür meselesidir. Sana hiçbiri uğramamışsa, bir şeylerin gelmesini beklemekten başka çaren kalmaz. Help'in sahibi Erkin Abi de dışarıdan gelenlerdendi. Büyüdüğü, gezdiği ve gördüğü yerdekileri birleştirip Help diye bir mekan açmıştı. Sandalyelerin arkasında ünlü müzisyenlerin, aktörlerin ismi yazardı. Mekanın her yerinde Aliağa gemi söküm işletmelerinde büyük gemilerden sökülen hurdaya çıkmış objeler yer alırdı. Kullanılmayan elektrik levhalarından dekore edilmiş dj kabini vardı. Şahsına münhasır, alışılmışın dışında, benzeri olmayan bir işletmeydi. Konumu güzeldi, manzarası güzeldi, yemekleri güzeldi, müziği güzeldi, tasarımı güzeldi. Erkin abinin işleri bildim bileli iyiydi. Üstünde sade ama şık şeyler olurdu. Bazen bir uzak doğu işi, bazen basket takımı ekipmanı. Mekan sahibi değil de, oranın müşterisi gibiydi. Göze batmaz, kasılmaz, erinmezdi. Elinde servis tabağı da görürdün, tekilayla puro da. Garsonluk zordur derdi. Hakkını vererek yapmak ise daha da zor. Ayağında terlik, boynunda kolyesi vardı hep. Buram buram Akdeniz kokardı. Sırıtmaz, eğreti durmazdı olduğu yere. Malzemeleri bildiği yerlerden alırdı. Tek bir yeri yoktu, neresi iyiyse oraya yönelirdi. Yemediği, beğenmediği şeyi yedirmezdi de satmazdı da. Şatafatlı, süslü tabaklar kullanmazdı. Bir şeyi saklamasına, hedef şaşırtmasına gerek yoktu çünkü. Güvenirdi verdiği ürüne de, sunduğu hizmete de. Müziği güzel seçerdi. Günün her saatine farklı çaldırırdı. Yaşı gereği 80'ler disko müziği de bilirdi, 90'lar grunge dönemini de. Tahmin ediyorum ki Ölüdeniz, onun sayesinde amatör gruplardan canlı Santana performansı dinlemiştir. Belki de yanılıyorumdur.

Şimdi diyeceksin ki, ne var bu anlattıklarında, zaten bir mekanda olması gerekenleri söylüyorsun. Olduğunu görmedik ama. Burası Meğri idi. İsmi, bu şehrin kaderiydi. Buraya bir şey geldiğinde, başka yerdeki çoktan unutmuş oluyordu. Diyeceksin ki, ne var bu anlattıklarında, ben açsam öyle bir yerde ve zamanda ben de işletirdim orayı. Görmedik ama. Ne mekanlar açıldı bu şehirde, sonra ne mekanlar battı. Onu gördük.

Şimdi kapanıyor Help. Her şey değişiyor çünkü. Müşteri değişiyor, kurallar değişiyor, kural koyucular değişiyor. Mevsimler bile değişiyor. Başarısız olduğundan kapanmıyor Help. Kötü iş yaptığından, kaliteyi bozduğundan kapanmıyor. Ömrü bu kadarmış. Cesur adamlar ve iyi şarap uzun ömürlü olmaz derler, belki de öyle bir şeydir bu kapanış. Ben bir müşteriydim sadece. Hikayesi olan adamdı Erkin Abi. Ruhu ve dili olan bir mekandı Help. Ama evet, belki de çivisi çıkmış bir dünyada bir yardım çağrısıydı son kez Help.