28 Haziran 2014 Cumartesi

Kaybederken Kaybedemezsin


Kalan son 50 tl için çok iyi bir maç seçmeliydim. Cebimdeki para neredeyse suyunu çekmişti ve yapmayı planladığım çok şey vardı daha. İkiye, üçe katlamanın yollarını arıyordum. Önümde üç maç vardı. Dünya Kupası'nda o zamana kadarki tahminlerimde çok başarılı olamamıştım. Bu gece olmalıydım ama. Kazanmaktan başka çarem yoktu. Üç maçtan birisini eledim. Şimdi iki maç vardı elimde. Karar veremiyordum. 100 tl olsa daha rahat karar verirdim ama bu son 50 tl idi. Kazanıyorken veya kıyıda köşede varsa riske edebiliyorsunuz, fakat son kalan için ihtiyatlı davranmak zorundasınız. Önde olan takımın oyuncusu şutları seçerken çok özenli davranmak zorunda değildir mesela. Zaten öndedir ve hata yapmaya tahammülü vardır. Bu bilinç, aslında doğru seçilmemiş şutun oyuncu tarafından potaya daha isabetli ve güvenli gitmesini sağlar.Şu an maç kafa kafayaydı ve son topu ben kullanacaktım. İki setten birini tercih edecektim. En doğru şutu seçmeliydim. Yoksa kaybedecektim. Kaybetmekten yorulmuştum.

Güney Kore - Cezayir maçı benim için kapalı kutuydu. Bir tahminde bulunabilirdim ama kendimden o kadar da emin değildim. Bana uzak coğrafyalardı. Son kurşunumu bu şekilde sıkamazdım. Diğer tarafta ise Portekiz vardı. Brezilya macerasına çok kötü başlamışlardı. Ronaldo'nun, uzun süre sonra Messi'ye gözle görülür bir üstünlük kurduğu sezonun ardından beklentiler doğal olarak yüksekti. İlk maç Almanya'ya çok kötü tosladılar. Yenilmek bir yana, iki tane önemli oyuncu kaybı vermişlerdi. Ronaldo'nun dizi, takımın gruplardan çıkıp çıkamayacağı konusundan daha fazla konuşuluyordu. ABD karşısında ne yapabileceklerine karar vermeden önce hızlı bir şekilde geçmişte ne yaptıklarını canlandırdım zihnimde. 2004'te kendi ülkelerinde finale kadar yükselmişlerdi ama; Yunanistan, futbolun çirkinleştiğinin ve daha da çirkinleşeceğinin sinyalini vererek kupayı kazanan taraf oldu. Bu Portekiz için Altın Jenerasyon'un sonuydu aynı zamanda. 2006 da onlar için fena geçmedi. Ardından 2008'de çeyrek finale kadar yükseldiler. 2012'de bir yarı final daha geldi. Uluslararası turnuvalarda çekilen kuraya göre bir şekilde ilerlemesini beceriyorlardı. Yine de, direkt Portekiz'e oynamak için ikna olmamıştım. O sırada aklıma bir yazı geldi. Ronaldo üzerine yazılmış... Tarihin en iyisi olduğundan bahsediyordu. Belki en iyi ikincisi... Yazıyı bitirdiğimde kendimden emindim. Kalan bütün parayı basacaktım. Daha ilk baştan beri onlar üzerine kuruyordum aslında tüm planı. Geçmişteki başarılarını düşünmek ve Ronaldo hakkında iyi yazılmış bir yazı okumak, kendimi kandırma çabamdı sadece.

Daha ilk bakışta anladım onun da benden hoşlandığını. Uçağı beklemek için aynı kafeyi tercih etmiştik. Gazetemi bitirdikten sonra bir bakış attım. Utanır bir şekilde gözlerini kaydırdı. İki-üç dakika sonra bir kez daha göz göze geldik. Bir saat boyunca devam ettik bu şekilde. Sürekli olarak gözlerimi dikersem, onu korkutacağımı biliyordum. Kitabına uygun işliyordum her şeyi. İlk defa, saatler sonra kalkacak bir uçak için havalimanına bu kadar erken getirilmenin faydasını görüyordum. Kızın üstü başı, diğer insanlar gibi ihtişamlı değildi. Ama pejmürde bir görüntüsü de yoktu. Doğal ve sade giyinmişti. Tatlı bir yüzü, dalgalı kumral saçları vardı. Bayılırdım kıvrılan saçlara. Sempatikti. Bir süre sonra benden başkaları da ona bakmaya başladı zaten. Takım elbiseli, kasılan tipler... Nefret ediyordum bunlardan. Her yerde işadamcılık oynuyorlardı. Ceplerindeki paraya inandıkları kadar kendilerine inanmazlardı. Kalkıp kızın yanına gitsem mi acaba diye düşünmeye başladım. Rahatsız olmuştum diğerlerinin bakışından. Bir hamle öne geçmeliydim. Kalkmaya hazır hissettiğim anda bir güç beni bir şekilde sandalyeye geri çekiyordu. Güvensizlikti bunun adı. Sıradan bir Portekiz maçına bahis yapmakta saatlerce karar veremeyen bir güvensizlik. Hakkımda iyi yazı yazılmış bir yazı olsa, tarihim başarılar dolu olsa hepsini deneyecektim kalkmak için, fakat elimde annem ve babamın gıyabımda söylediklerinden başkası yoktu. Benden hep iyi bahsederlerdi. Aileler başka ne yapar ki zaten? İtin teki diyecek halleri yoktu. Deseler, herkes bunda onların da suçunun olduğu söyleyecekti. Kimse, kendisi hakkında kötü laf duymak istemiyordu. O yüzden ucu kendisine dokunacak her konuda hep en iyi, en pozitif sıfatları seçerlerdi. Saatimi kontrol ettim, uçağa az kalmıştı. Güvenimi toplar gibi olmuştum. Gidip yanına oturacaktım. Birden bir anons geldi. Uçağın rötar yapmasını daha önce hiç bu kadar çok istememiştim. İçimden hadi hadi hadi diyordum. Böylece zaman kazanıp daha doğru hissettiğim bir anda atağa geçecektim. Anonsu yapan kadın ince bir ses tonuyla, bir miktar paranın bulunduğunu söyledi. Benim dışımda herkes, elini cebine götürmek suretiyle parasını ve cüzdanını kontrol etti. Ben kendimden emindim. Olmayan bir şey kaybolmazdı. Kaybedilen kredi kartı değildi; kanlı canlı paraydı. Deşifre olmuştum o an. Üstüne üstlük kız da bu durumun farkına varmıştı. Masaya bir miktar para bırakıp çantasını toparlamaya başladı. Beni bir dinlese, paraya değer vermediğimden falan bahsedebilirdim ama anonstan önce kalkamamıştım işte. Niye kaybediyorsunuz lan şu lanet paranızı diye haykırasım geldi. Adamlar zaten ceplerindeki parayla beni yeteri kadar rahatsız ediyorlardı. Kaybettikleri parayla da rahatsız etmeye hakları yoktu. Son bir defa daha kesti beni. Gömleğimin cebimden iddia kuponunu çıkarttım. Gözlerim, ağzımdan daha fazla şey ifade ediyordu sanki. İstediğin yere git kızım dedim, istediğin yere... Uzun uzun kupona baktım. Kupona bakmakla, kıza bakmak arasında bir fark kalmamıştı artık. Son şutum havada süzülüyordu. 24 saniye sireni çalmadan hamlemi yapmıştım bu kez. Anonstan erken davranmıştım. Kaybedemezdim, kimine göre zaten kaybetmiştim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder