22 Eylül 2014 Pazartesi

Barmendir Barın Belkemiği


Bara girdiğimde her şey aynıydı; olması gerektiği, her zaman olduğu gibi. Sağ giriş masasında uzun sarı saçlı, sarı sakallı abimiz, üstünden çıkarmadığı gömleğiyle birasını yudumlayıp, gelenlere gözleriyle sessiz şekilde hoş geldin diyordu. Farklı bir karakteri vardı. Az konuşan ama hep en güzel kızı gizemiyle kendisine çeken adamlardandı. O yüzden de kapının hemen yanında konuşlanırdı. İlk giren onu görürdü.

Müziğin sesi, içeride oturanların muhabbetine olanak sağlayacak şekilde sessiz, tek başına içenleri muhabbetle rahatsız etmeyecek kadar gürültülüydü. Bu ayarı nasıl tutturduklarına şaşırırdım. Barın arkasındaki Settar, yine tüm güleç tavrıyla sağa sola laf atıyordu. Onu bir kez bile üzgün göremezdiniz. Barmen değildi. Barmen gibiydi. Genelde ismiyle hitap eden olmazdı. Herkesin sevdiği adamdı. Heykelini dik tapalım diyenden, sen meleksin, peygambersin diyenlere kadar geniş bir kitleye hizmet ederdi. Biz sadece müritleriydik. Bugüne kadar kavga ettiğine, bırakın kavgayı kolay kolay söz dalaşına girdiğine bile rastgelen olmadı.

Söylediğim ilk biranın daha yarısına kadar gelmiştim ki, barın önündeki soldan üçüncü taburenin sahibi geldi. Bizim hocanın makam koltuğuydu orası. Kimse oturmazdı. Hoca her gün gelirdi çünkü. Başka yerde oturduğunda huzursuz olurdu. Dünyanın en dakik insanıydı bana göre. Saat ne zaman 18:00'ı gösterse barın kapası açılır, selamunaleyküm ahali derdi hoca. O geldiğinde hep saaatime bakardım, bu kez geç kaldı amk demek için. Bir kez olsun geç kalmadı ama. Okulun zili bile arada şaşırır deyip takılırdım. Bir gün kapının önünde uzun süre dikeldi, sürekli saatine baktı, zamanı gelince de girdi. Nedeni hep merak ederdim. Bana göre, içtiği biranın hesabını yapmak için bekliyordu zamanını. Barda üç saatten fazla kalmazdı. Kalsa fazlasını içeceğinden korkardı.

Önünden iddia bültenini eksik etmeyen Altan titiz bir çalışmanın içindeydi. Para kazanmak için bu kadar para kaybeden adam görmedim daha önce. Maçlar hakkında kimsenin fikrini ciddiye almazdı. Abi bak ben o takımı çok izledim, bu takım şöyle kötü falan dinlemezdi hiç. Aksi herifin tekiydi. O da bizim girişteki sarı abi gibi çok konuşmazdı. Arada futbol içerikli hayata dair laflar ederdi. O zaman anlardınız ne demek istediğini. Yalayıp yutmuştu hayatı. Herkes ölürdü ama herkes gerçekten yaşayamazdı hayatı ona göre. En sevdiği sözdü... Parayı bulsa bar açacaktı.

Solumdaki masada Deniz, her zamanki gibi güzel bir kızla sinemadan, sanattan konuşuyordu. Konu aynı kalıyordu, kızlar değişiyordu. İbnenin oğlu sırf kız uğruna astrolojiye bile merak sardı bir keresinde. Ekmeği için uğraşırdı. Vizyona giren filmleri, hangi tiyatroda hangi oyunun olduğunu, siyasi gündemde cereyan edenleri, Jüpiter'in Plüton'a yaklaşıp yaklaşmadığını takip ederdi sürekli. Bir kez olsun pas atmışlığı yoktu ama. Nalın keseri gibi hep kendine hep kendine çalışırdı. İş konaklamaya gelince, abi senin ev bu gece müsait mi demesi bilirdi bir tek. Kıramazdınız. Çok iyi olmadığını bildiğiniz ama sempatik hareketleriyle herkesin bir şekilde konuştuğu tipin biriydi işte. Yararı da zararı da yoktu.

Bahtiyar abi yine kendine dert edinecek bir şey bulmuştu. Ya kız arkadaşları terk ederdi, ya da bir tanıdığı buna kazık atardı. Hayatımda gördüğüm en negatif adamdı. Onun, işi şakaya vurması için yaklaşık olarak beş bira içmesi gerekirdi. Hiç unutmuyorum, bar tarihinde ilk kez bir gün geldi ve bugün ne oldu biliyor musunuz diye sormadı. Tanıyanlar, tüm anlattıklarının Bahtiyar abinin bira içmesi için uydurduğu bahaneler olduğunu bilirdi. En büyük mezesi sıkıntıydı. Dediğim gibi, sadece bir gün sıkıntısız geldi, onda da bugün sırf bira içmek için bira içeceğim ulan dedi. Kimse kimseyi yargılamazdı. Herkes bir sebepten içiyordu nihayetinde.

Her şey aynıydı. Olması gerektiği, her zaman olduğu gibi.

Yaklaşık 15-20 kişilik bir müdavim tayfasıydık. Kimisi çok akıllı, kimisi çok salaktı. En iyi üniversiteyi bitiren de vardı, dünyadaki en rezil işi yapan da. En güzel kızla takılan da vardı, en çirkinle aşk yaşayan da. Sanat da konuşulurdu, bel atına da vurulurdu. Bira da içilirdi, cin-tonik de dikilirdi. Belki hiç ortak noktamız yoktu. Belki çok ayrı dünya insanlarıydık ama bir şekilde birbirini görmeden yaşamayan insanlar gibiydik. Böyle barların bir kimyası vardı. Sebebini bilmediğin bir birleşim... Herkes herkesle anlaşırdı ama herkes bir kişiyle daha iyi anlaşırdı. Genelde barın arkasında duran adam olurdu o. En çok o dinlerdi, barda en fazla o vakit geçirirdi. Bardağın içine ne kadar cin koyulacağına, son yolluk birasının verilip verilemeyeceğine o karar verirdi. Barın sahibi, bira dağıtanlar, gelenler, gidenler hepsi önemliydi belki ama barın arkası bir şekilde öne geçiyordu.Sanıldığı gibi barın bel kemiği tabureler değildi. Barın arkasında durandı, barmendi...

Bizim insan suretindeki melek, durun bir şey söyleyeceğim dedi o gün. Bir anda herkes ona döndü. Haftaya ayrılıyorum deyip kendine de bir bardak doldurdu. Konuşan yerlerimiz ağrıyordu. Bir kelime bile çıkmamıştı bu cümlenin üstüne. Sigara yakan oldu. Bira yanına tekila söyleyen oldu. Sevgilisinden ayrılan ama acısı daha yeni dank etmiş gibi rol yapan oldu. Hoca saatine bakıp duruyordu, sanki bir an önce gitme ister hali vardı. Bizim girişteki sarı abi ayağa kalkıp oturduğu yeri değiştirdi. Değiştirdi dediysem giriş kapısının sol masasına geçti. Kimseyi görmek istemiyordu. Bahtiyar abi içmek için bundan daha iyi bir bahane bulamazdı. Altan neredeyse iddia bülteni yedi. Deniz, karşısındaki kıza benim de defalarca izlediğim Barfly diye bir sinema filmini anlatıyordu ki, çok geçmeden Eylül ayının insanları iş hayatlarında yeni kapılara sürüklediğinden bahsetmeye başladı. Mars, Dünya'ya daha mı yaklaşmış ne... Barın önüne gidip The Doors'tan The End'i açtım. Sesi tam köklüyordum ki, Settar çok oldu kardeşim dedi. Üzüntülü bir şekilde gülümsedim.

Her şey olması gerektiği, her zaman olduğu gibiydi, ama ilk kez hiçbir şey aynı değildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder