Tıkla, büyüsün.
29 Ocak 2011 Cumartesi
28 Ocak 2011 Cuma
Ömer Onan-Emir Preldzic
Dün oynanan P.E.Valencia-Fenerbahçe basketbol karşılaşması benim için bir basketbol maçından, bir Avrupa zaferinden, F4'e(finalfour) giden yoldan çok daha başka anlamlar içeriyordu. Maçın iki isim kahramanı olan Ömer Onan ve Emir Preldzic'in hikayeleri, daha doğrusu benim bu iki oyuncu hakkındaki yargılarım, kariyer gelişim süreçlerindeki örtüşmeler, dünkü maç sonunda zirve noktasına ulaştı. Bir başka deyişle, Ömer'in, Efes kariyeri boyunca sergilediği performans sebebiyle üzerine yapıştırdığım yaftalar ile Preldzic hakkındaki yargılarım benim tam anlamıyla bir dejavu yaşamama neden oldu.
2004 senesine kadar Ömer Onan'ı Efes Pilsen'de izlemiş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki onun tek görevinin hızlı hücumlarda sağ turnike bırakmak olduğunu düşünüyordum. Maça tempo getirmek amaçlı sahaya sürülüyordu. Şutlarında hiç bir istikrar yoktu. Savunması üst düzeyde değildi. Sadece hızlıydı. Ayakları diğer oyunculara nazaran epey çabuktu. Bu çabukluğu ilk adımına yansıyordu. Lakin bu özelliklerinin hiç biri onun Efes Pilsen'den koparılmasını engelleyemedi. Zaten hücum anlamında Langdon ve Granger'ın, savunma anlamında da Alper Yılmaz'ın başını çektiği bir sistemde istediği süreleri alamıyordu. 15-20 dakikalar arası gelip giden bir rotasyona maruz kalıyordu her seferinde. Dürüst olmam gerekirse, Efes Pilsen'den ayrıldığından Efes adına sevinmiştim bile. Topu sol eliyle süremeyen, sol turnike atamayan, şut performansı iyi olmayan, tek misyonu hızlı hücum olan bir oyuncunun Efes'de yer almasını pek mantıklı bulmuyordum. Ardından Fenerbahçe'nin yolunu tuttu. Aldığı süre ve yaptığı katkı Efes kariyerine göre ciddi farklılık gösterdi. Sezon boyunca 30 dakikalara yakın sahada kaldı. Maç başına 12 sayı ortalaması tutturdu. Fakat, bunların yanında daha da önemlisi enerjisini ve hızını artık oyunun savunma yönüne de yansıtmaya başlamıştı. 2005-2006 senesinde Ülkerspor forması ile Efes Pilsen final serisinde gösterdiği performans ise Efes yönetiminin onu göndererek yaşadığı pişmanlığını gözler önüne seriyordu. Her ne kadar Ülkerspor seri boyunca, takım olarak çok üst düzey bir mücadele ortaya koymuş olsa da, Ömer Onan'ın hırsı ve özverisi o serinin ve şampiyonluğun kazanılmasında çok kilit bir noktaydı. Zaten, benim nazarımda, Ömer Onan'ın olgunlaşmaya başladığı sene de 2006 senesidir. Fenerbahçe ile Ülkerspor birleştiğinden beridir de Fenerbahçe formasıyla ter döküyor ve 6 sene boyunca gösterdiği gelişim sadece Benjamin Button filmiyle açıklanabilir. Hele ki dün oynanan maç itibariyle, Fenerbahçe takımının hem hücumda hem savunmada bir numaralı ismi olduğunu gösterdi. Karşı takımın en iyi kısa oyuncusunu durdurmakla kalmıyor; top çalıyor, yüksek yüzdeyle şut atıyor, top getiriyor. Sahada yapılması gereken ne varsa hemen hemen hepsini yerine getiriyor. "Sol eli yok" diyenlere muazzam sağ eli ve sağ adımıyla cevap veriyor.
Emir Preldzic için "Zamanında Barcelona istedi bu adamı" diye damardan girenler var aramızda. 20 yaşında Türkiye'ye geldi. Vidmar ile birlikte çok büyük umutlarla transfer edildi. 2.06'lık boyuna rağmen rakiplerine nazaran daha iyi olan fundemantalı sayesinde 1 numaradan 4 numaraya kadar her pozisyonda oynayabiliyor(oynamaya çalışıyor). Dün oynanan maçın fişini çeken şahıs aynı zamanda. Fakat belirtmek gerekir; maçın son saniyesinde o denli bir heyecanın yaşanmasına sebebiyet veren kişi de kendisinden başkası değil. Fenerbahçe adına maçın en son sayısı bitime 3 dakika kala atılmışken, Saras'ın bile 3'e 2 hücumu değerlendirmeyip, Emir'in potaya doğru gitmesi, şut atması ve kaçırması kendisinin basketbol zekasını ortaya koyuyor doğrusu. İlk yarıda yaptığı 4 top kaybından bahsetmiyorum bile. Şuta kalktığında "panyalı mı atsam, yoksa direk mi göndersem?"in kararını bile veremeyen bir basketbolcuyu iki günde kahraman yapmaya hiç mi hiç gerek yok. Bazı pozisyonlarda eşleşme problemini değerlendirip post-up yaptığını görüyoruz ama bu da tamamen sahadaki oyun kurucunun ısrarla Emir'in üzerinden oynamak istemesiyle alakalı. Ortalama bir fundemental özellikleriyle topu bu kadar çok elinde istemesi ise oynadığı basketbolun farkında olmamasından kaynaklanan bir handikap. Sonuç olarak, şutu kötü, penetreleri vasat, savunma vasat üstü olan bir oyuncunun sadece eşleşme problemlerinden yararlanıp sayı yapmasını beklemek iyimserlikten öteye geçmeyecektir. Vücudunu kas anlamında geliştirdiği ile kaldı. İyi bir yedekten öteye de gideyemeycek bu gidişle çünkü güven vermiyor. Not: Dünkü maçta farkın açılmamasının sebebi Emir'in hataları kadar, pota altını hiç kullan(a)mayan Fenerbahçe'dir.(Verilen hücum ribaundaları.)
Görüldüğü gibi 2004 senesinde Ömer Onan hakkında düşündüklerimin aynısını bugün Emir Preldzic üzerinden haykırıyorum. Ömer konusunda yanıldım. Çünkü inanılmaz bir gelişim gösterdi. 2006 Efes-Ülker serisinde kariyerine adeta yeniden başladı. Aynı sıçrayışı Emir de gösterir mi bilinmez ama geldiği günden beri kat ettiği yola baktığımızda ne yazık ki iyimser bir tablo çıkmıyor ortaya. Fakat şunu da eklemek gerekir, Emir'in ısrarla 1 numara oynama isteği de bu denli eleştirilmesinde pay sahibi. Oysa ki 2 ve 3 numaralı pozisyonlarda fiziki özellikleri rakiplerine karşı kullanması ve avantaj yaratması daha olası. 2004 senesinde Ömer Onan için hiç bir zaman yıldız olamayacak demiştim, şimdi aynısını Emir için söylüyorum. Ömer'den ağzım yanmasına rağmen.
27 Ocak 2011 Perşembe
Hayat Beşiktaş'tan İbaret Değildir
Dün oynanan, Beşiktaş'ın son Türkiye Kupası şampiyonu Trabzonspor'u kupa dışına ittiği maçta, özellikle ilk yarı ortaya konulan iştahlı futbol sonrası bazı Beşiktaşlı taraftarlar hep bir ağızdan "Aslolan hayattır; hayat da Beşiktaş" tezahüratını seslendirmişti. Lakin, son günlerde içinde "hayat" kelimesi geçen cümleleri itinayla inceleyen Başbakanlık'tan konuyla ilgili bir uyarı, hatta düzeltme geldi: "Hayat Beşiktaş'tan ibaret değildir."
Gönderen
bora
23 Ocak 2011 Pazar
16 Ocak 2011 Pazar
Emenike'den Toki'ye
TT Arena'nın açılışı sırasında, Toki başkanı tarafından yapılan konuşmayı canlı olarak takip edemedim. Sadece yazılanlar dahilinde bir bilgim var. Bir de konuşmanın bir kısmını paylaşım sitelerinden dinledim. Aslına bakarsanız yansıtacağım tepkinin ve sinirin çıkış noktası Emenike hadisesiydi, fakat yaşanan bu son dram, yığınla çalışılması gereken notların arasından sıyrılıp, ufak da olsa bir laf etme isteğine sürükledi beni.
Seneler önce, Türkiye'deki futbol takımlarının siyasi partilerle olan ilişkilerini anlatan bir kitap okuduğumda, desteklediğim takıma olan sevgimi dahi sorgulamış, ardından da "Takım tutmak ne kadar da zormuş" tarzında bir cümle kurmuştum. DP ve türevlerinin, mafya babalarının, futbolla yakından uzaktan alakası olmayan, sporun popüler etkisinden rant sağlamaya çalışan insanların futbol kulüpleriyle olan bağlantılarını okumam çocukluğumdan beri yaşadığım süreci tekrardan gözden geçirmeme sebebiyet vermişti.
Yukarıda bahsettiğim arka plan dahilinde Galatasaray'ın yeni stadında yaşananların zihnimde çağrıştırdığı örneği söyleyeyim. Zaten çok da bilinmedik, akıllara uzak olan bir manzara değil. Tahayyül etmesi kolay olacaktır: Hükumete yakınlığı ile bilinen kodaman bir ağabeyimizin sahibi olduğu lokantanın açılışına bütün GS kulübü futbolcuları kurdele kesmesi için çağrılmış gibiydi. Sanki orası futbolcuların maçlarını oynayacağı bir stadyum değil de, bir mekan gibiydi. Ya da futbolcular orada top oynamak için değil de, kameraların ve vatandaşın ilgisini çekmek için popülaritelerinden yararlanılan birer figür olabilmek için bulunuyordu.
Son sözü de daha önceden laflar hazırladığım bir zümreye armağan etmek istiyorum. Yeri geldiğinde en şık futbol terimlerini ve aforizmalarını kullanan sanal alemin kahramanları ve kıvırtan gazeteci ağabeyler, senelerdir "futbol asla sadece futbol değildir" lafının ekmeğini yiyorlar. -Güzel söylemiş aslına bakarsanız Simon Kuper de. Gerçi kitabını beğenmemiştim ama bir cümleyle de olsa etkilemişti okuyucu.- Emenike olayında olanca bağrışlarıyla popüler kültüre alet olmuş insanı eleştirmesini çok güzel beceren ülkenin güzel vatandaşları konu direk hükumete batan bir olay gelince nedense kenara çekiliyorlar. Sanki bugüne kadar futbol ekseninde yapılmış tek ayıp Emenike hadisesiymiş gibi öncesinde olanlara tepki ver(e)meyen "reyiz"ler, dün yaşanan olayları nasıl yorumlayacaklar merak ediyorum doğrusu? Diğer bir deyişle, devlet dairesinden statlara kadar siyasete batmış ülkede futbolun sadece Emenike ya da Galatasaray olmadığını hatırlayabilecekler mi acaba?
Gönderen
bora
13 Ocak 2011 Perşembe
Gol Olur
"In case you missed it before" mantığıyla olaya giriyorlar bu video paylaşım sitelerinde. Benimki de benzer bir mantık. Yer, Dragao stadyumu. Tarih, 8 Ocak 2011. Maçın 37.dakikasında Porto oyuncusu Freddy Guarin Maritimo ağlarına fizik dışı bir gol atıyor. Görmeyen kalmasın istedim, zira kaçırılmaması gereken bir gol. İster Adam Smith'in "görünmez eli" deyin, ister Tanrı'nın eli..Fakat, herkes kabul etsin, şut atıldıktan sonra bizim gözlerimizle göremediğimiz bir güç topa 2 kere falso veriyor. En son Tsubasa'da Tachibana kardeşler topa aynı anda vurup bu tarz bir gol atmıştı. Gerçekten de "Yok böyle bir gol". Ya da "Bu gole şapka çıkartılır".
Gönderen
bora
8 Ocak 2011 Cumartesi
Michael Jordan: Invincible
Sevdikleri takım ve oyuncuların videolarını karıştırıp, önümüze sunmasıyla ün salmış, Alman bağımsız, L12K(LK12) Production'dan hayırsever bir kardeşimiz, bu zamana kadar biriktirdiği binlerce Jordan video ve kasetlerini ortalama 20 dakika sürecek bir film vasıtasıyla piyasaya sürmeye hazırlanıyormuş. Bu film, Jordan'ın bütün kariyerini ve özel anlarını kapsayan bir nitelik taşıyormuş ayrıca. Zaten filmin yayınlanan "trailer" videosundan da ortaya çok özel bir karışımın çıkacağı belli oluyor. Muhtemelen tanık olacağımız-ki Jordan'a dair bütün videoları neredeyse izlemişimdir-en heyecan verici çalışma olacak. (Trailer'ı izledikten sonra, gidip bir saat şut attım.)
Şimdi de kendisinin(yapımcı) ağzından dinliyoruz: "This is the trailer for my huge Michael Jordan project, called “Invincible”. It will be a movie about MJ’s whole career and will include all the highlights of His Airness. I decided to make the mix, after collecting thousands of Jordan clips (500+ min). “Invincible” will be about 10-20 minutes long and it will come out in 2011. I wanted to make something special and I hope you like the idea of the mix too."
4 Ocak 2011 Salı
Tabela
Fenerbahçe Ülker ile Efes Pilsen arasındaki soğuk savaş tüm hızıyla sürerken, meydan spor ahlakından nasibini alamamış yöneticiler ve kendisini spor yorumcusu olarak lanse eden sanal alemin isimsiz kahramanlarıyla dolup taşıyor.
Son 4 yıldır şampiyonluk yolunda, hakem hataları üzerine yapılan eleştirileri(hem FB hem EP cephesinden) pas geçip iki popüler olay ekseninde güzide spor kültürümüzü özetlemeye çalışacağım.
En başta belirtmek gerekir ki içimde kaynayan basketbol sevgisinin temeli Efes Pilsen'dir. Her ne kadar Fenerbahçe sempatizanı olsam da çocukluk yıllarımda amatör branşlara yapılmayan yatırımlar ve azgınlık derecesindeki Ülker düşmanlığı, Efes Pilsen'in Avrupa başarılarıyla birleşince aklı selim her taraftar gibi Efes'in gönüllerde taht kurmasına izin vermiştim. Diğer bir söylenmesi gereken nokta ise, ne Taurasi olayında ne de dün oynanan FB-EP maçı esnasında yapılan itirazın arkasındaki gerçekler hakkında detaylı bir bilgimin olmayışıdır. Zaten söyleyeceklerimin de kapalı kapılar arkasında dönenlerle hiç bir ilgisi bulunmamaktadır.
İlk başlık: Taurasi. Bugüne kadar "Karpatların Maradonası" kadar şık bir benzetmeye tanık olmasam da "Kadın basketbolunun Jordan'ı" olarak nitelendirilen Taurasi'nin bu topraklarda oynuyor ve bizim onu çıplak gözlerle izleyebiliyor olmamız, şansın çok ötesinde bir tamlamayı hak ediyor açıkçası. Alınan A,B hatta Z'ye kadar gitse bile umrumda olmayacak numunelerin, kullanılan yasaklı maddelerin, geçen sene yaşanan Kerem Gönlüm olayı ile bir tutulmasından utanıyorum. Basketbol arenasında bir marka değeri olarak Fenerbahçe'nin çok ötesinde bulunan bir kulübün "Bakın sizin sporcunuzda da yasaklı madde çıktı, demek ki geçen sezon bizim hakkımız yendi. Aslında biz o kadar kötü niyetli bir camia değiliz" demek istercesine yaptığı açıklamaları talihsizlik olarak aktarmak gerekir zannımca. Eksi ile Eksi'nin çarpılıp "Artı"ya dönüştüğü bir ortamda eşsiz bir spor kültürüne sahip olmanın haklı gururunu yaşatan yöneticilere teşekkürü bir borç bilirim.(Adeta felsefik bir komiklik oldu bu)
İkinci ve son olarak, dün yaşanan itiraz olayı var. Taurasi kadar değerli, sadece fotoşop programlarında Fenerbahçe forması giydirebileceğimizi düşündüğümüz Saras'ın ülke parkelerinde sahne almasına değinmek isterdim ama bugün trajikomik espri anlayışımızın örneklerini aktarmayı bir görev edinmiş bulunmaktayım. Maçın Pazar gününden Pazartesi'ne ertelenmesi, çıkmayan lisans belgesi hakkında yapılan usul yanlışlarından pek haberdar değilim. Lakin hali hazır da devam eden bir maç sırasında "Saras'ın oynamaması gerekir" cinsinden bir itirazın bulunduğu zarfın konuşulması ortaya koyulan mücadele gölge düşürmekten başka bir şey değildi. Mücadele önce sahada edilir. Ortada bir yanlışlık bir usulsüzlük varsa maç sonu gereken mercilere itirazını yaparsın. Daha doğrusu kendisini spor ahlak abidesi olarak ilan edenlere yakışan hareket budur. Olayın devamı ise değerli basın mensubu arkadaşlarımızın, sevgili bloggerların ve twitter ünlülerinin bir diğer "felsefik komiklik" anlayışlarıydı.
(Paragraf başı yapılmasına gerek olmayan bir durum ama kesinlikle farklı bir paragrafı hak ediyor). Efes'in yaptığı itirazı-haklı ya da haksız olmaksızın- Saras'ın 3 asist, 1 ribaund, 1 top kaybı istatistiklerine bakarak gereksiz bulan gönül dostları sizlere bir sorum var: Zamanında Fatih Terim "in the tabela" dediğinde niye bu kadar güldünüz ki siz? Sizin "box score"lara bakarak getirdiğiniz yorumun Terim'in yaptığından daha az komik olduğunu mu düşünüyorsunuz yani? Bir de kalkıp etraftakileri "skor tabelası yorumcusu" olmakla suçlar bu tipoloji sınıfına sokamadığımız insanlar. Topu yarı sahaya getirmek, ilk doğru pası vermek, adam paylaşmak, oyun bilmek maçın sonucu değiştirmiyormuş gibi Saras'ın bütün performansını 3 asist, 1 ribaund, 1 top kaybına bağlayan, üstüne üstlük Efes'in yaptığı itirazla dalga geçen, aslında kendilerini deşifre etmekten başka bir işe yaramayan spor kahramanlarımız TRAJİKOMİKSİNİZ.
Not:Zamanında sahada bulunan, oynayan bir insanın hiç bir saha tecrübesi olmayan insana göre iyi yorum getirme olasılığının daha yüksek olduğunu dile getirmiştim ama bana Mourinho'nun meşhur "İyi bir jokey olmak için önce at olmak gerekmez" aforizmasıyla karşılık vermişlerdi. Evet, haklısınız. (Bu akıl yoksunu laf yüzünden yerin dibine girmiştim açıkçası. O zamandan beri de konuşmam zaten. Ben nereden bileceğim ki zaten basketbolu? Bak bu da felsefik oldu ha.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)