Türkiye'de hiç bitmek bilmeyen bir "yabancı" takıntısı vardır herkesin bildiği üzere. Konu kültüre, müziğe , spora, güzelliğe gelince yabancılara imrenme başlar, dünyanın en gözde isanları olurlar bizim için, fakat söz konusu kendi meslek dalımız ya da bildiğimiz bir konu olunca bir anda milliyetçi duygularımız kabarır. Ve o işin kompetanı oluruz.
1950'li yıllarından ardından, henüz sağlıklı düşünmeye başlayamamış(hala da düşünemeyen) bir Türkiye varken, hatta 50'den sonra iktidara gelen partiyle herşey daha da kötüye giderken ülkeye bazı misafirler gelirdi bizim çoğunlukla bilmediğimiz. Hatta Türk Kamu Yönetimi tarafından bile bilindiğine şüphe duyulan. Bu kişiler gelmeden Türk kültürünü, dilini, insanların karakteristik özelliklerini öğrenip ondan sonra yollanırdı ülkeye. Ana görevleri teknik yardım sağlamaktı. Örneğin bu yabancı uzmanlardan biri şöyle diyordu: " siz sanayileşmeyi bırakın, tarıma ağırlık verin"(Russel Dorr). Yaptıkları gözlemden sonra, sizin elinizi bu işlere yatkın, siz şunlara dokunmayın, kalkınmanız için şunlar şöyle olmalı gibisinden bir çeşit mentordu bunlar Türkiye için. Kendi değerlendirmelerimizi yapamadığımız için, dışardan yardım alıyorduk bir nevi. Aradan 60 yıl geçmiş bugün değişen hiçbir şey yok. Hala çoğunluğu Amerikadan olmak üzere uzmanlar ağırlıyoruz. Fakat bugün gelenlerin eskilerinden farkı, Türkiye hakkında hiçbir bilgileri olmaması. Almanya seyahati sonrası yukarıdan aldığı emirle Türkiye geçiyor ve yaptığı 3 günlük izlenim sonrası bunlar sizin faydanıza olur nasihatları sıralanıyor. Bugün hemen hemen bütün bakanlıklar yabancı uzmanlar için odalar var. (Maliye, Hazine). Hatta Genel Kurmay Başkanlığında bile yabancı uzman odası olduğu söyleniyor. Yani ordu için bile destek alıyoruz. Gelen uzmanlar, gizli ve okunması yasak belgeler olmasına rağmen adli sicil bilgilerimizi bile okuma hakkına sahipler hatta. Emnniyet desen keza..
Ülkenin başında 60 yıldır bunlar olurken. Biz hala sporda takımlara gelen yabancı oyuncuları ve yabancı teknik direktörleri tartışıyoruz. Avrupada başarı için çabalayan kulüplerin yabancı sayısını tartışıyoruz. İngiltere'nin Arsenal takımında bile kaç tane İngiliz oyuncu var sanki diyip, yabancı kontenjanın artırılması ya da sınırsız olmasını istiyoruz. Bir taraftanda da eğer ülkeye bu kadar çok yabancı gelirse Türk gençleri ve takım altyapıları gelişmez diyoruz, sanki yabancı gelmeyince altyapıdan oyuncu fışkırcakmış gibi. Bu olaylara son olarak Fenerbahçe Acıbadem'in şampiyonlar liginde final oynayıp kaybetmesinden sonra, gelecek sezon yapılanması için Federasyonla konuşurken yaptığı tartışma eklendi. Mehmet Ali Aydınlar diyor ki: " Yarı finalde oynadığımız Cannes takımında 13 yabancı 5 Fransız var fakat bizim takımda sadede 4 yabancı var".
Her tarafımız yabancılarla çevriliyken hatta yabancılarla yönetiliyorken, spor konusunda bu kadar milliyetçi tavır takınmak, olaylara sadece bir açıdan bakan, dar görüşlü insanlar olduğumuz içindir. Eğer belli başlı takımlarla baş etmek istiyorsak, en tepelere oynamayı hedefliyorsak içimizdeki bu milliyetçi duygulardan tam olarak olmasa bile biraz feragat etmek gerekiyor.Yanlış anlaşılmamak üzere söylüyorum, asıl demek istediğim takımın tamamının yabancı oyunculardan kurulması isteği değildir. Neden Türk genç oyuncuların gelen yabancılardan birşeyler öğrenebileceği ihtimalini görmüyoruz? Sadece yabancı kontenjanını kısıtlayarak Türk sporunun gelişmesi mümkün müdür? Gerekli eğitimi veremeyip oyuncu yetişmiyor diyerek beceriksizliği gelen yabancı oyuncular yüzünden süre alamamaya bağlamayalım lütfen.. Diyeceksiniz ki ülkenin başında yabancı uzman istemiyorken, spordaki bu yabancı hayranlığı niye? O kadarının hesabını da siz yapın. Bu kadar hassas bir konuda, her kafadan bir yorum geldiği ortamda bu yabancı tartışması hiç bitmez diyerek son noktayı koyalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder