29 Ağustos 2010 Pazar

Hasan Pulur


Evine çok uzun süredir Milliyet Gazetesi giren insanların ağzından konuşmak gerekirse, Hasan Pulur ve Melih Aşık isimleri, kendini çok büyük entellektüel sanan köşe yazarlarından daha farklıdır. Hasan Pulur, "Olaylar ve İnsanlar" şablonlu köşesiyle, haftanın 6 günü 3. sayfadan seslenir okuyucularına. 50 senedir, belki de daha fazla... Ergenlik dönemlerimizde yazdığı "kıssadan hisse"lerle, mevcut satatükoya getirdiği yorumlarla, yeni yeni şekillenmeye başlamış zihnimizin eleştirel bakış açısı lobuna katkı sağlamadı dersek, bunca yıldır yaptığı emeğe saygısızlık etmiş oluruz. Anlattığı fıkralar, yazdığı kısa hikayeler, FB yazıları, o günlerde epey ilgimizi çeken, içimizde bir başkasına anlatıp paylaşma isteği uyandıran cinstendi. Suikaste kurban giden Türkiye'nin aydın yazarlarıyla olan dostluğu zaten kendisinin sahip olduğu bakış açısını anlamamıza yetiyordu aslında, ama hiç bir zaman onlar kadar keskin bir ağzı olmadı. (Umran Avcı'nın "kum saati" adlı kitabını okursanız belki biraz daha net anlayabilirsiniz demek istediğimi.)

Üç yıl içinde eşini ve oğlunu kaybeden yazar, bu günlerde yaşadığı acıyla ve verdiği röportajlarla gündemde. "Gönderdikleriyle yanımda yer alan insanları görünce acım bir nebze de olsa azalıyor" demiş en son röportajında. Okuyunca kederleniyor insan. Kimi zaman yanlış yazıları oldu, gereksiz tartışmalara girdi. Sıradan köşe yazarları gibi davrandığı oldu. Bunlar biraz uzaklaştırdı bizi kendisinden. Artık benim için "kötünün iyisi". Eskisi gibi her gün okumuyorum zaten. Eskisi kadar da doyurmuyor yazdıkları. Lakin, midemin bu denli büyümesine yol açan yiyecekleri yememizi sağlayan da kendisinden başkası değildi. İlk basamağı koyanlardan oldu. Bu bağlamda, yıllarını verdiği işine büyük saygımız var. Duyduğumuz, okuduğumuz yazıları görünce "biz uzayda mı yaşıyoruz?" diye kendimizi sorguladığımız bu günlerde, hiç olmazsa aynı dünyanın insanı olduğumuzu hissettiren bir yazarın varlığı yeterli oluyor bazen. Son olarak, kendisini okuyarak öğrendiğimiz bir hikayeyi paylaşalım..

Hikaye şöyledir: "Cehenneme bir tur düzenlenir. Her milletin adının yazılı olduğu hücreler varmış. Bu hücerelerde birer kazan, kazanın içinde de insanlarla beraber kayanayan zift bunlunmaktaymış. Her kazanın başında elinde sopa bulunan bir zebani, kazandan kaçmak isteyen isanlara vuruyor, onları kazanın içine geri itiyormuş. İnsalar o milletin günahlarıymış. Kaçmak istiyolar fakat zebani bırakmıyormuş. Lakin Türklerin başında zebani yokmuş çünkü çıkmak isteyenleri altakiler aşağı çekiyormuş.. Kıssadan hisse.."

1 yorum:

  1. uzun zamandır blogları takip edemiyordum ama bugün fırsat bulup yazılarına göz atınca bu hasan pulur ve mesut özil yazını anlayamadım tam olarak.yani hasan pulur'a laf mı vurdun yoksa onun emektarlığını ve ustalığını mı övdün anlayamadım.yani melih aşık ve hasan pulur'la dünya görüşümüz hiç mi hiç uyuşmamasına rağmen nerdeyse 15 yıldır onların dünyasında ne var ne yok öğrenmek adına okuyan ben, senin bu yazında ne demek istediğini anlayamadım.

    YanıtlaSil