12 Ağustos 2010 Perşembe

Portre: Shaquille O'Neal



O zamanlar okumayı yeni yeni hızlı hale getirmiş bir kişi olarak, 95-96 senesinde, Shaquille O’Neal’i siyah üzerine beyaz çizgili Orlando forması içinde görmenin sihrine(magic) kapılan bir nesil içinde bulunmaktan dolayı her zaman kendimi şanslı hissetmişimdir . Başarılı geçen yıllarının ardından, filinta gibi olmasa da şimdikine nazaran çok çok ince bir vucut yapısına sahip olan Shaq, 96 senesinde Orlando’yla ipleri koparıp, Lakers yolunu tuttu. Potansiyel süperstar adayı Kobe ile birlikte lig'i dömine etmeye başlamaları an meselesiydi.

O dönemler Türkiye'de yayınlanmakta olan FastBreak dergisi sezon öncesi özel bir sayısında takımları ve takımların en önemli oyuncularını tanıttığında Houston'da Charles Barkley, Seattle'da Gary Payton, Minnesota'da Kevin Garnet, Detroit'te Grant Hill ve Lakers'ta da Kobe en ön sırada bulunuyordu. Dergi yazarları ve editörlerinin bu seçimi belki de çok uzun yıllar boyuca sürecek tartışmasının ilk kıvılcımlarıydı.



Taraftarlar ikiye bölünmüştü. Shaq'ı birinci sıraya koyanlar ile, bu takımın olmazsa olmazı Kobe'dir diyenlerin kör dövüşü 2004 senesine kadar devam etti. Bu arada bu harika birlikteliğin 2000-2002 sezonu arası üç tane bebeği olmuştu. Ardarda kazanılan üç şampiyonluk(three-peat) sonrası bu başarılarda kimin daha çok pay sahibi olduğu sorusunun cevabını artık Laker yönetiminin vermesi gerekiyordu. Lakers, oyunu Kobe tarafından kullanınca, Shaq, terk edilme duygusununda verdiği hırsla yeni bir yüzük kazanmak için South Beach'in yolunu tutmuştu bile. Kariyerlerinin son senesine gelen veteranların ve Wade'in çok büyük gayretleri sonucunda 2006 senesinde gelen şampiyonluk Shaq için sadece bir şampiyonluk değil, Kobe ve Lakers'a karşı kazanılmış bir savaştı aynı zamanda.



Gel zaman-git zaman, yıllar, Shaq'ın aleyhine çalışırken, ringin diğer köşesinde Lakers koçluğunda yere her zamankinden daha sağlam basan bir Kobe ayağa kalkıyordu. 2009 senesinde durumu eşitleyen Kobe, son olarak bu sene kazanılan şampiyonlukla beraber öne geçen taraf oldu. Bu zaman diliminde iyice formdan düşen ve gittikçe ağırlaşan Shaq'ın çaresiz çırpınışları da, bir zamanlar sempati duyduğumuz "Süperman" için ufak göz damlalarının akmasına sebebiyet vermişti. Önce Phoenix, ardından Cleveland yolunu tutan Shaq, kendi deyimiyle "chosen one" lakaplı LeBron'la da umduğunu bulamayınca kariyerinin son durağına, Boston otobüsüne bindi. Yolculuk ne kadar sürer bilinmez fakat, "Shaq'ı nasıl bilirdiniz" diye sorduklarında ne diyeceğimizi hala düşünmekteyim açıkcası.

Hikayenin son ve en önemli kısımında Shaq'ın sempatik tavırlarıyla bezenen bir kariyeri nasıl antipatiklik timsali haline getirdiği yazılacak şüphesiz. Tartışmasız NBA'de gördüğüm en eğlenceli karakter olan ve All-Star’ların vazgeçilmezi O'Neal'ın, Evliya Çelebi'ye özenip, takım takım gezmesi hiç de bir yıldıza yakışan cinsten değil bana kalırsa. Ben bir bankta oturmuş Shaq bu takımdayken, şu takımdayken diye anlatmaya başladığım anda, yan tarafımda ufaklıkları etrafına toplamış Kobe ve Lakers evliliğini anlatan amcanın etrafını daha fazla kamera saracaktır elbet. “Şampiyon benim ikinci kim” cinsinden Hülya Avşarvari açıklamalara girmeyip, leyleği havada görmeseydi o forma çoktan Staples Center tavanına asılmıştı belki de.



Bir NBA sever olarak 2006 senesine kadar Kobe'den nefret eden, Shaq'ı yere göğe sığdıramayan bir adamdım(ebat olarak pek sığacak gibi değil zaten). Kobe'nin "ben en iyiyim" şımarıklarının yanında Shaq'ın sevimli suratını çok daha sempatik bulan ben, düşüncelerimi biraz olsun değiştirmiş bulunmaktayım. Bir tarafta üstün yeteneğinin yanına, profesyonelliğin bütün gerektirdiklerini katarak tarihin Jordan’dan sonra en büyük oyuncusu olarak anılan Kobe varken, diğer tarafta vücuduna ihanet ederek, biz taraftarlarını da ihanete uğramış hissine kapılmamıza sebep olan O’Neal var. Şampiyonluklar kazanılır, istatistikler yıkılır, rekorlar kırılır, ama bunların hangi takımda gerçekleştiği tartışılırken, diğerleri çok daha az fakat kanıksanmış başarılarıyla gelir ve size el sallamak vasıtasıyla yol verir.

Akan sulardan ve akıp giden zamandan sonra Shaq’ı bir tek açıklamayla affederim: “benim için kazanmak, ya da kaybetmek önemli değil, sadece oynamak istiyorum” Aaa pardon lan, o kumar cümlesiydi değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder