16 Mayıs 2010 Pazar

Waiting For The Sun


Blog'un ilk başlangıç tarihi 2009'un son ayına takabül eder. O tarihten beri okuduğum veyahut izlediğimi, genel bağlamda gözlemlediğimi sesli olarak düşünüyorum. Yaklaşık 12 gündür sınav, ödev, yolculuk derken olayın sadece düşünme boyutunda kaldık. Bu süre zarfında sadece okududum ve okudum...Ülkenin çarpık gündeminin eleştrisini bolcana yaptım kendi içimde. Lakin ancak bu kadar sessiz kalabildim. Anladımki aslında yazarak içimdekini kusuryormuşum bir bakıma.

Paradokslarla ve hesaplarla dolu istifa konuşulurken asıl sorunların unutulmasına, kadın yerine bayan denilmesinin ardından gelen federasyon başkanlarının açıklamasına, Clevland'ın hazin sonuna ve daha nicesine sessiz kalmak daha doğrusu sessiz düşünmek epey yordu beni. Omzumda ağır bir yük taşıyormuşum gibi hissetmye başladım sanki dünyayı ben ve benim düşüncelerim kurtaracakmış gibi...

Gönül isterdi hepsini ayrı ayrı post yapalım ama zaman sıkıntısı yüzünden sadece Clevland hezimetine değinmek istiyorum. Sezon başında 5 maçlık dalgalı görüntüsünün ardından inanılmaz bir form grafiği ile normal sezonu en iyi galibiyet yüzdesiyle bitiren Cleveland'ı bekleyen olası tehlikenin ilk sinyalini burada vermiştik. Herkesin gözünde şampiyonluğun en büyük favorisi olan takım kötü bir sezon geçiren Boston karşısında abandone oldu. Serinin 5. maçı sonunda tribünlerden gelen hoşnutsuzluk sesleri hali hazırda karekter eksikliği olan takımın üzerinde beklenen şekilde sonlandı. Şoför mahallinde oturan tribün çocuğu LeBron ve her maç öncesi haka dansı vari tavırlala motive olduğunu sanan Cleveland takımının balonu patladı. Aklıma hemen Fatih Terim geldi tabi: " o şovu tribünde yapıyorlar, o bakan öteki milletvekili..O şov orda yapılıyor burda yok." Bu bağlamda hocamıza hak vermiyor değiliz tabi. Serinin 6. maçından önce LeBron'un özgüven kokan açıklamarından sonra bir patlama beklemiştim aslında ama Cleveland takımı ve koçu bizi romantiklikten alıp realiteye çabucak götürdü sağolsunlar. Ohio tribünleri ve çoğu basketbolsever gibi LeBron'a yüklenmek istemiyorum, zira elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını düşünüyorum ama bu seri bize basketbolun bir takım oyunu olduğunu ve neden sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısının sevildiğini bir kez daha gösterdi. Ayrıca bu yeni yetmeler sayesinde Jordan'ın büyüklüğünü de hatırlamış olduk. (hiç unutmadık ki). Doc Rivers'ın "beraber yapıcaz, beraber yapıcaz" açıklamaları, Boston'ın tecrübeli ve inanan kadrosuyla yaptıklarını da takdir etmek lazım tabi.Ama onlara nacizane tavsiyem seneye Sabri Sarıoğlu ve İbrahim üzülmezi de almaları yönünde. Zira antipatiklik yolunda büyük adımların zirveyle noktalanması lazım( bkz: Nate Robinson).

Play-off başladığından beri Orlando-Lakers finalini hesap ediyordum aslında. Düşünceme de çok uzak sayılmam. Fakat her zaman şampiyonluk favorim Lakers'tır. Seneye LeBron nereye gider henüz belli değil ama kendisine Chicago kapılarını burdan sonuna kadar açıyoruz. Her ne kadar Jordan isminin yanında böyle "afferdersin ama cıvık" adamların konuşulmasını istemesem de Chicago isminin tekrardan şampiyonluk potasına girmesini canı gönülden desteklerim. Unutmadan Barcelona da Euroleague'te ne sezon geçirdi be arkadaş..Ha bir de böyle popülist hareketlerin, istifaların ardından gözünüzü seveyim az akıllı davranın be arkadaş. En kötüsünden bir "The Doors" dinleyin kendinize gelin. Doors demişken bir sonraki post konusu da budur. Hepimiz için güneşli günleri bekliyoruz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder